Mustafa Özbilge Mustafa Özbilge Dıngılım

Mapushane İçinde Çalınır Sazlar (50)

Mustafa Özbilge'nin yeni yazısı yayında...
Yayın: Güncelleme:

Mapushane içinde yanıyor gazlar
Bayramdan bayrama çalınır sazlar
Kiminin annesi ağlar kimine kızlar
Böyle de düştüm zindana yanar yanar ağlarım
Demir de parmaklıktan bakar döner ağlarım

Mapushane içinde mermerden direk
Kimimiz onbeşlik kimimiz kürek
İdam cezasına dayanmaz yürek
Böyle de düştüm zindana yanar yanar ağlarım
Demir de parmaklıktan bakar döner ağlarım

Bu türküyü Hasan Mutlucan’dan dinlemeyi severim. Türküdeki mapusanede “bayramdan bayrama çalınır sazlar” mısraı, yaşadığım unutulmaz bir ânı hatırlatır bana. 2005’in yaz ayında, beş yaşındaki küçük kuzenim, Taraklı’da bir kamyonun arka tekerleri arasında kaldı. Ölmedi. Kırıklar ve yaralar içinde Kocaeli Üniversitesi Hastanesi’ne götürdük. Hayati tehlikesi yoktu. Birkaç operasyonla kendine geldi.

Refakatçilerinden biri de bendim. Sıcak yaz geceleri ter içinde, hastanenin orasında burasında yatıyordum. Bir haftanın sonunda mezuniyet belgemi almak için acilen Edirne’ye gitmem gerekti. Başvurduğum iş yerinden haber gelmişti. Otobüse binip yola koyuldum. Fakat kendi kokumdan rahatsızlık duyarak bindim otobüse. Bir haftayı geçmişti, yıkanmamıştım.

Öğrencilik yıllarımdan yakın dostum Edirneli Umut’un dükkânına gittim. Umut, hem yetim hem öksüz bir çocuktu. Ben son sınıftayken hepimizin elinden telefonlarını toplayıp dükkân açmıştı. Beni de işine ortak edip beni de Edirne’de tutma niyetindeydi; ama ikna olmadım.

Umut, genç yaşta vefat etti. Belki de bu anıyı unutulmaz kılan biraz da onun yıllar geçtikçe artan özlemi. Aslen Tokatlıydı Umut; ama başta Mezit Bey, Sokullu Hamamı olmak üzere bütün akrabaları Edirne’deki hamamları işletiyorlardı.

Edirne’ye varınca onun cep telefonu dükkânına gittim. İşlerini yavaş yavaş toparlıyordu. Kısa bir hoşbeşten sonra “Çok kirliyim Umut, hamama gitmem lazım.” dedim. Halk arasında Çukur Hamam diye bilinen Mezit Bey Hamamı’ndaki dayısına telefon etti. Selimiye’nin altında, Orduevi’nin yanında, aslında Eski Camii’nin tam karşısında kalan sade küçük altı yüz yıllık bir hamamdı bu.

Hamamın tellağı Burhan’ı üniversite yıllarından tanırım. Saz çalmaya merakı vardı. Ara ara gidip bağlamasını akort etmeme çok sevinirdi. Önce bir güzel yıkandım. Sonra iki taraflı soyunma odalarının ortasında kalan kubbeli alana sandalyemi çekip hararetimi soda içerek gidermeye çalıştım.

Hamam boştu, fakat içerde biri varmış. Demek ben fark etmemişim. Burhan sazı her zamanki gibi elime tutuşturdu. “Şunun akordunu yap, ben içerdeki adama kese atıp geliyorum” dedi. Kubbeyle örtülü hamamın soğukluk kısmında tellere vurmaya başladım. Böyle akustik ortamlarda, hiçbir şey bilmeyen bir çocuk dahi tellere dokunsa usta çalıyor sanılır.

Kendimi ortamın havasına bıraktım. Teller nereye götürüyorsa onu çalıyordum, bir oradan bir buradan derken en son şair Yusuf Hayaloğlu’nun “Şu dağlarda kar olsaydım” türküsünü çaldım. Ahmet Kaya ve Müslüm Gürses’in çok iyi icra ettikleri bu eseri henüz bitirmiştim ki iri yarı bir adam, sıcak alandan dışarı çıktı. Burhan şaşkın bir halde önden sessizce yaklaşıp ne yaptın Hoca, dedi. Bir şey anlamadım. İri yarı adam, ağlamaklı gözlerle “Beni mahvettin içerde delikanlı!” dedi.

“Çocuğa gazoz ver! Bir daha çal!”

Şu dağlarda kar olsaydım…
Bir asi rüzgâr olsaydım…
Arar bulur muydun beni,
Sahipsiz mezar olsaydım...


“On yıldır hapisteydim. Bugün çıktım. Bir daha çal!”

Şu yangında har olsaydım…
Ağlayıp bizar olsaydım...
Belki yaslanırdın bana,
Mapusta duvar olsaydım...


Kimdi, neden hapis yatmıştı, birini mi öldürmüştü, pişman mıydı, hayata nasıl başlayacaktı şimdi? Ne ben bir şey sordum, ne o söyledi… “Tekrar çal!” dedi.

Şu bozkırda han olsaydım,
Yıkık perişan olsaydım...
Yine sever miydin beni,
Simsiyah duman olsaydım…


Ben, o adam olmuştum artık. O adam, ben olmuştu. Tellak Burhan ağlamaklı gözlerle saz olmuştu. Türkü, biz olmuştu hepimizin kaderini birleştiren. Üçüncüye döndük. Yok demek imkânsızdı bu ketum adama. Şu dörtlüğü de söyleyip sonunda sessizce hepimiz dağıldık.

Şu yarada kan olsaydım,
Dökülüp ziyan olsaydım...
Bu dünyada yerim yokmuş,
Keşke bir yalan olsaydım...


Çocukken boyum kadar bir divan sazı vardı evde. Merhum Terzi Ali’nin oğlu, şimdilerde Bulmaca Buldurmaca Sözlüğü çalışmasıyla sözlük derlemesi yapan eniştem, Öğretmen Ünal Çetin; hapishanedeyken çaldığı sazını bana hediye etmişti. 1980 öncesi sosyalistlerin dernek ve sendikal faaliyetlerde bulunması; sonrasında hapse atılmaları için gerekli sebep görülüyordu.

Gerek babamın gerek eniştemin hapishane süreçleri hakkında sonrasında bilgi edinmiş olmam, elimdeki sazın da eski bir mahpus olarak içerinin havasını teneffüs etmiş olması, bende doğal olarak bir hassasiyeti oluşturmuştu.

1980 sonrası işkenceleriyle meşhur Diyarbakır Cezaevi’ni 2008’de görmüştüm. 2014’te tarihi Sinop Hapishanesi’ni gezmiştim. İshakpaşa Sarayı’nın zindanlarına da birkaç kez indim. Geçen yaz Taraklı’dan arkadaşlarla Ulucanlar Cezaevi Müzesi’ni ziyaret ettik. Ankara’daki mihmandarlığımızı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nda çalışan öğrencim, dostum Taraklılı Avukat Ethem Gürol yaptı.

İskilipli Atıf Hoca, Deniz Gezmiş, Doktor Nazım, Erdal Eren… önünde durduğumuz darağacında sallandırılanlardan sadece birkaçı. Muhsin Yazıcıoğlu, Nazım Hikmet, Bülent Ecevit, Yılmaz Güney, Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Osman Bölükbaşı, Behice Boran gibi birçok ünlü ismin yattığı Ulucanlar hapishanesinden çıktığımızda herkesin elinde bir sigara vardı.

Tunç Başaran’ın 1989’daki “Uçurtmayı Vurmasınlar” filmini 1990’da İstanbul’da bir misafirlikte videokasetten seyretmiştim. Yine Kerim Korcan’ın Tatar Ramazan’ını da çocukken televizyondan seyredip Kadir İnanır’a hayran kalmıştım. Sonrasında hapishanelerin mekân olarak geçtiği birçok roman okuyup film seyrettim. Dil kursunda zorunlu tutulduğundan mecburen izlediğim dizi filmi Prison Break, galiba son zamanların en profesyonel hapishane filmidir.

Kemal Tahir’in Esir Şehrin Mahpus’u, hapishane jargonunu Türk edebiyatında sanırım en iyi yansıtan romandır. Romanın başkahramanı Kamil Bey’in, hapisteyken Kuvayı Milliyeci Binbaşı Arif Bey’in emir eri Sefer’le konuştuğu konu Gazze Cephesi.

“Binbaşı Bey’in sözünü tutmadığınızdan mı esir düştünüz?”

“Tutmadığımızdan… Askerlikte büyük sözü dinleyeceksin! Biz arada bir dinlemezdik. Binbaşımın bize ‘Katır’ demesi boşuna mı? Bizde katırlık olmasa Binbaşım katır lafını nereden bulacak? O gün Birinci Gazze Savaşı’nda katırlığımız depreşti besbelli. Düşmanı iyice yıldı sandık. ‘Ulan katır! diyesin, “düşmanın yıldığını sen mi bilirsin, binbaşın mı bilir?” Arkamızdan ‘Yat ulan katır!’ diye seslendi. Dinleyip yataydık bize esirlik mesirlik yoktu. Yatamadık! Düşmanı kovarken, karı gibi yatmak kolay değil!” (…)

“Bir kurşun yemişiz omuz başımızdan, bir kurşun yemişiz boş böğrümüzden… Bizi şarapnel marapnel de yalamış… Ama hakçası, Birinci Gazze Savaşı’nın şanı şerefi 125’inci Alay’ındır. 125. Alay Mantar Tepe’de… Bizim 79. Alay daha beride… Düşman Mantar Tepe’ye saldırdığından Birinci Gazze’de hep 125. Alay dövüşmüştür. (…)


İstiklal Harbi’nin Anadolu’da devam ettiği ve İstanbul’un İngilizlerce işgal edildiği esnada Kamil Bey’in hapishanede Gazze Cephesi’ni konuşması neden? Kanaatimce Kemal Tahir, romanda bu diyaloğu kurarak Çanakkale Savaşı, İstanbul’un işgali ve Birinci Gazze Savaşı’yla İstiklal Harbi arasında bir ilişki kuruyor. Bu bütünlük, nedense çok zamandır gözden ırak tutuluyor. Hâlbuki Anadolu toprakları siyonizmin ufku içerisinde.

Bugün on bine yakın insan İsrail hapishanelerinde tutuluyor. Direniş, İsrail tarafından esir alınan Filistinlilerin kurtarılması için mücadele veriyor. Kadınlar, çocuklar, ihtiyarlar… Filistinliler, haklarındaki suçlamaları öğrenemeden ve kendilerini savunma hakkından mahrum bir şekilde 6 aya kadar hapse atılabiliyor.

Bu süreden sonra askeri mahkemeye sevk edilen ancak suçlamalardan habersiz bir Filistinlinin tutukluluk süresi 5 yıla kadar defalarca uzatılabiliyor. Bunun adına idari tutukluluk diyorlar. Hayır, idari esirlik. İnsan Hakları bu noktada İsrail’e sökmüyor.

Bir yerde direnişin elinde yüz elli iki yüz İsrailli esir var. Diğer tarafta İsrail hapishanelerinde haksız yere tutulan binlerce Filistinli. Bu bile direnişin neden harekete geçtiğinin haklı gerekçesi olarak yeter bir sebep.

Filistin bir taraftan dünyadan tecrit edilerek açık hava hapishanesine dönüştürülmüş durumda. O açık havadan da sürekli bomba yağmakta. Diğer taraftan İsrail hapishanelerinde tekli hücre, dayak, işkence ve günlük tacize dayalı nefret dolu cezalar uygulanmakta.

Cengiz Aytmatov, Gün Olur Asra Bedel romanında, kahramanı Abutalip’in Sovyet hapishanelerindeki işkenceyle geçen günlerini anlatamaz. Yıllar sonra Cengiz Han’a Küsen Bulut kitabıyla romanın eksik parçasını yayınlayabilir. Sorgu yargıcı Tanksıkbayev şöyle düşünür:

“Devletin çıkarlarından daha önemli ne olabilirdi? Bazıları insan hayatının önemli olduğunu sanıyorlardı.. ne laf ya! Devlet bir sobadır ve yakıtı da yalnız insandır. Yakılacak insan olmazsa soba söner. Sönen yanmayan bir sobanın da hiç yararı yoktur. Ama öte yandan bu insanlar da devlet olmadan yaşayamazlar; sobayı tutuşturan, yakan onlardır. Sobayı yanar tutmakla görevli olanlar da ona yakıt temin etmelidirler. Her şey buna bağlı!”

Halk ağzında mapus diye kullanılan mahpus kelimesine yoğunlaşmaya çalışıyoruz. Orhan Veli Kanık, Sait Faik Abasıyanık’a verdiği röportajında, Türk dilinin en güzel şiiri demiş Yaşar Kemal’in derleyip kendisine verdiği bu şiir için:

Akşam olur mapushane kilitlenir
Kimi kâğıt oynar, kimi bitlenir
Kiminin temyizden evrakı gelir
Düştüm bir ormana yol belli değil
Yatarım yatarım gün belli değil.

Mapushane içinde üç ağaç incir
Kolumda kelepçe boynumda zincir
Zincir sallandıkça her yanım sancır
Düştüm bir ormana yol belli değil
Yatarım yatarım gün belli değil.

Mapusun içinde mermerden direk
Kimimiz onbeşlik, kimimiz kürek
İnsanın zulmüne dayanmaz yürek
Yatarım yatarım, gün belli değil

Mapusun içinde bir ulu çınar
Kırılsın zincirler, yıkılsın duvar
Tezikmiş kuş bile yuvaya döner
Düştüm bir ormana, yol belli değil
Yatarım yatarım, gün belli değil


Türkçeden Kur’ân’a, Kur’ân’dan Türkçeye kelimeler başlıklı çalışmamızın 50’incisi olarak ele almaya çalışacağımız kelime hapis.

Hapis kelimesi Arapçadaki habese kökünden gelir. “Bir şeyi tutmak, men etmek, tıkamak, kapamak” manalarına gelen bu kelime, Misalli Türkçe Sözlük’te şu anlamlara gelir: “Dışarı çıkmasına izin vermemek üzere bir yere kapatma; suçluların kapatıldığı yer, hapishâne; hapsedilmiş kimse, tutuklu, mahpus; işlenen bir suça karşılık olarak verilen ve suçluyu bu işe mahsus bir yerde alıkoymak şeklinde uygulanan hürriyeti bağlayıcı cezâ; tutma, zaptetme.”

Hûd Suresi 8. ayette kelime fiil halinde şöyle geçer:

“Vele-in ehharnâ ‘anhumu-l’azâbe ilâ ummetin ma’dûdetin leyekûlunne mâ yahbisuhu elâ yevme ye/tîhim leyse masrûfen ‘anhum vehâka bihim mâ kânû bihi yestehzi-ûn.”

(Andolsun, biz onlardan azabı belirli bir süreye kadar geciktirsek, o zaman da mutlaka “Onu ne alıkoyuyor?” derler. İyi bilin ki, azap onlara geleceği gün, kendilerinden bir daha uzaklaştırılmaz ve alay etmekte oldukları şey, kendilerini çepeçevre kuşatmış olur).

Kelime Edirneli Nazmî’nin bir beytinde şöyle geçer:

Mü’minün mevti eyâ Nazmî hakîkatde hemân
Bir kişi olmak gibidür habs-i zindândan halâs


(Ey Nazmi, müminin ölümü, hakikatte bir kişinin hapisten kurtuluşu gibidir).

Farsça hane kelimesiyle birleştirilerek oluşturulmuş Türkçede kullanılan hapishane kelimesi: “Hapis cezâsına çarptırılanların cezâları süresince kapatıldıkları yer, cezâ evi, mahpes, dam” manalarına gelir. Hapislik ise “hapiste olma durumudur.”

Orhan Veli Kanık’ın “Sizin İçin” şiirinde hapishane kelimesi şöyle geçer:

Sizin için, insan kardeşlerim,
Her şey sizin için;
(…)
Cephelerde harcanan kurşun;
Sizin için mezarlar, mezar taşları,
Hapishaneler, kelepçeler, idam cezaları;
Sizin için;
Her şey sizin için.

Halk ağzında mapus olarak kullanılan mahpus/mahbus
kelimesi de aynı kök üzeredir. “Bir yere kapatılmış, hapsedilmiş; işlediği bir suçtan dolayı mahkemede hüküm giyip cezâsını çekmek üzere hapse atılan kimse; hapishane; bir çeşit tavla oyunu” manalarına gelen kelime Cem Karaca’nın “Namus Belası” şarkısında şöyle geçer:

Düştüm mapus damlarına
Öğüt veren çok olur
Toplasam o öğütleri
Burdan köye yol olur


Mahpushane kelimesi de Farsça hane kelimesiyle birleşerek oluşturulmuştur. “Mahkemede hüküm giyen suçluların cezâlarını çekmek üzere kapatıldıkları yer, cezâ evi, hapishâne, mapusâne” anlamlarına gelir. Mahpusluk ise “mahpus olma durumu, mahbûsiyet; hapsedilme süresi”dir. Kelime, bir halk türküsünde şöyle geçer:

Mapushane çeşmesi yandan akıyor yandan
Mapusluk bir şey değil yanıklık var bir yandan


Mahbes/mahpes kelimesi de aynı kök üzeredir. “Suçluların hapsedilip cezâlarını çektikleri yer, cezâ evi, hapishâne; hapishâne hissini veren karanlık, sıkıntılı yer” manalarına gelen kelime, Mehmet Âkif Ersoy’un Çanakkale şehitleri için yazdığı şiirde şöyle geçer:

Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde –gösterdiği vahşetle “Bu, bir Avrupalı”
Dedirir– yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahpesi, yahut kafesi!


İhtibas kelimesi de aynı kök üzeredir. “Tutulma, tutukluk, kapanıp kalma, hapsolma” manalarına gelen kelime Ahmedî’nin bir beytinde kelime şöyle geçer:

Bahr gibi feyzine ermez kıyâs
Kân gibi cûduna yoktur ihtibâs


(Deniz gibi olan bereketin kıyas götürmez; maden gibi olan cömertliğine engelleme yoktur).

“Dünya müminin zindanı, kâfirin cennetidir.” Bu hadis-i şerif birçok manayla yüklüdür. Dünyanın ebedi bir hayat yani cennet olmadığı akılda tutulması gereken bir esastır. Dünya tıpkı zindan gibi sınırları olan bir mekândır. Müminin ölümü, o sınırlı mekândan kurtuluşu ifade eder. Yoksa bu durum, dünyayı kendimize haram kılmak ve hayatın güzelliklerini inkâr etmek anlamına gelmiyor.

İbn Hacer el-Askalânî, bir gün atının üzerinde heybet ve ihtişam içinde çarşıdan geçerken, yağ satan ve üstü başı kir içinde olan bir Yahudi yanına gelir. Atının yularından tutarak ona, “Ey şeyhülislam, sen peygamberinizin “Dünya müminin zindanı, kâfirin cennetidir.” dediğini iddia ediyorsun; fakat sen nasıl bir zindandasın, ben nasıl bir cennetteyim? diye sorar.

Bunun üzerine İbn Hacer ona şu cevabı verir: “(…) Allah’ın ahirette sana hazırladığı acıklı azaba bakarak sen cennette sayılırsın.” Bu cevap üzerine Yahudi Müslüman olur.


Hz. Yûsuf’un zindana düşmesine sebep olanlar, zindandan önce, Yûsuf’u kuyu zindanına atanlardır. Filistindeki insanları hapse atanlar, zaten Filistin’i çok zamandır hapishaneye dönüştürmüş olanlardır. Tabii bu zulmü reva görenlerin bugünü, ahiretleriyle karşılaştırıldığında onlar için cennettir.

Hapishane, Hz. Yûsuf için bir mekteptir. Orada hem kendisi okumuş hem de öğrencilerini okutmuştur. Onun talebeleri sadece zindan arkadaşları değil, bütün bir insanlıktır. Yûsuf’un hayatı öyle bir derstir ki o dersi okuyan düşmanlar dost olmuş, sapkınlar yol bulmuştur. Ümitsizliğin kalın duvarları paramparça olmuştur.

İnsan günah işler, hata yapar, hapse düşer… Mesele bu hatalarımızdan dönüp iyiyi bulabiliyor muyuz? Vicdanımıza dönebiliyor muyuz? Hapis cezasını asli bir metot olarak geliştirip ceza sistemlerine yerleştiren batı toplumu, bu yöntemle suçluların ıslah edilmesi noktasında ne kadar mesafe almıştır bilmiyorum. Onu Michel Faucault okuyanlar Hapishanenin Doğuşu’ndan bugüne kadar iktidar kavramının mahiyeti üzerinden düşünsünler. Ama bizim gibi her gün onlarca cinayet, tecavüz, gasp, hırsızlık gibi olayların yaşandığı ülkelerde bu hapis-ceza sisteminin infaz olarak başarılı olduğu sanırım söylenemez.

Neredeyse her suçun karşılığı hapistir. Hapisten çıkanların ıslah olacağına, daha da kötü duruma geldiğini, sabıkalıların işlediği suçlardan biliyoruz. İşin ilginç yanı, Müslüman düşünürler, kendi temel kaynaklarında hapis cezasının temel bir yerde olmayışına dikkatleri çekmeyip mevcut ceza sistemini, insanların ıslahı açısından içselleştirmeleri.

Hz. Yûsuf, hapishanedeki arkadaşlarına şunu söyler:

"Ey zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı ilahlar mı daha iyidir, yoksa mutlak hakimiyet sahibi olan tek Allah mı? Siz Allah'ı bırakıp; sadece sizin ve atalarınızın taktığı bir takım isimlere (düzmece ilahlara) tapıyorsunuz. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah'a aittir. O, kendisinden başka hiçbir şeye tapmamanızı emretmiştir. İşte en doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler."

Şimdi bizler, benlik zindanımız içinde hapsedilmişken benlik zindanının duvarlarını yıkmış nice mahpustan daha iyi durumda değiliz. Kendinin özgür olduğu yanılsaması içinde olan, bedeni dışarda ruhu hapis nice insan var. Bedeni içerde tutsak, ruhu özgür nice insan da var.

İsrail, Amerika, İngiltere ve yandaşları Filistinlileri köşeye sıkıştırdığını, hapsettiğini düşünüyor. Oysa Filistinlilerin bir kısmı ruhları özgür bir şekilde dünya zindanını terk ediyor. Bir kısmı özgür bir ruhla direniyor. Düşman ise özgür olduğu yanılsaması içerisinde.

Zalimlerin öldükten sonraki yeri, cehennem adındaki zindandır. Onlar, dünyada yaşarken ise bütün vicdanlı insanların gönlünde zaten hapsedilmiş durumdadır.

Biz Filistin’in dışında kalan insanlar; ellerimiz kollarımız bağlı beklerken asıl mahpus olan kim? Kendi çıkarlarının kölesi olup özgürlük mücadelesindeki direnişçilerin aleyhine ticaret yapan kim? Siyasi tutuklu diyoruz yahut siyasi mahpus... Bunun kötülüklerinden bahsediyoruz. Oysa asıl büyük kötülük, bireylerin siyasi suçlardan dolayı hapsedilmesinden ziyade milletin, ülkenin politik, askeri ve ekonomik açıdan hapsidir.

Bir yerde soykırım yaşanırken Türkiye de dâhil birçok ülke duruma müdahil olamıyor ve birçok ülkede İncirlik, Kürecik gibi Amerika’nın askeri üsleri dolu. Bu bir hapis hali değil de nedir? Gemin var, uçağın var; fakat akan kanı durdurma caydırıcılığında bulunamıyorsun. Ambarların yiyecek dolu; ama açlara bir lokma yollayamıyorsun. İlacı, doktoru değil; Allah’ın bir yudum suyunu dahi Filistin’den içeri sokmana müsaade etmiyorlarsa bu ülkelerin hapsedilmişliğiyle ilgilidir.

Kapitalist sistem, bir taraftan kitlelere tüketim alışkanlıkları üzerinden liberal, özgürlükçü bir politika uygularken küresel kapitalist sisteminin dışına çıkan her türlü eğilimi nefes aldırmadan boğar. Özellikle teknolojik aletlerin bireylere erişimini kolaylaştırıp bu aletler üzerinden sahte bir özgürlük rüzgârı estirir.

Özgürlük yanılsamasındaki insanların; bir özgürlük arayışı artık ellerinden alınmıştır. Bu karmaşık teknolojinin insanlar için bir felaket getireceğini gerek George Orwell’in 1984’ünde gerekse Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sında okuduk. Bütün dünyayı avcundaki cihazla dolaşırsın, ama Filistin’in sınırlarından içeri giremezsin. Pek âlâ açık havada, parklarda dolaşabilirsin; ama cihazlar aracılığıyla her an kontrol altında tutulursun.

İsfâhanî, habs kelimesini açıklarken “akan suyu durdurup birikmesini sağlamak maksadıyla önüne konan odun veya taştır” diyor. Aksa Tufanı’nını durdurmak (habs) için önüne en gelişmiş silahlarını ve ordularını koydular; ama Nûh tufanından biliyoruz ki tufan engel tanımaz, tanımıyor. Dokuz aydır durdurulamıyor.

Dünyanın bütün vicdanlı insanları eliyle diliyle ve kalbiyle özgürlük tufanının karşısındaki taşlara, odunlara karşı az çok demeden bir şey yapmalı. Bu Filistin’in özgürlüğünden önce kendi benliğimizin özgürlüğe kavuşması için bir vazifedir.

#hapis #mahpus #hapishane #aksa #soykirim #yusuf #

Yorumunuzu Ekleyin

Adı-Soyad
E-Posta
Yorum
İşlemin Sonucu
  • Yorumlar T.C. Yasalarına aykırı olamaz.
  • Hakaret içeren yorumlar, yayınlanmasa bile yasal mercilere iletilebilir
  • KVKK Kapsamında, bilgileriniz, yasal merciler hariç kimseyle paylaşılmaz.
  • Formda doldurduğunuz bilgiler ve IP adresiniz sisteme kaydedilir.
  • Yorumunuz onaylanıp yayınlandığında, sadece yorum, isim ve yorum tarih saati gösterilir.

YAZARIN SON YAZILARI

Kavganın İçinde

Kavganın İçinde

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...
Yemen Dalgası

Yemen Dalgası

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...
Üçyüzaltmış Derece Halk

Üçyüzaltmış Derece Halk

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...
Meymenetsiz Ticaret, Maymunlaşan Siyaset (52)

Meymenetsiz Ticaret, Maymunlaşan Siyaset (52)

Mustafa Özbilge'nin yeni yazısı yayında...
Yok!

Yok!

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...
Ya Dış Mihrak Dedikleri İçleriyse (51)

Ya Dış Mihrak Dedikleri İçleriyse (51)

Mustafa Özbilge'nin yeni yazısı yayında...

GENEL BİLGİLER

Taraklı

Taraklı

Taraklı Nerede, Taraklı'nın tarihi ve coğrafi özellikleri
Taraklı Otobüs Saatleri

Taraklı Otobüs Saatleri

Ağustos 2023 Güncel Taraklı - Sakarya Otobüs Kalkış Saatleri, Taraklı Otobüs Saatler 2021, Taraklı Otobüs Tarifesi, Taraklı Sakarya ilk otobüs ne zaman? Taraklı - Sakarya Son Otobüs Ne zaman? Sakarya Taraklı İlk Otobüs Ne Zaman, Sakarya Taraklı Otobüs Saatleri, Taraklı Koop Otobüs Saatleri
Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'ya geldiğinizde gezilecek yerler neresidir? Taraklı'nın en popüler gezilecek yerleri yazımızda.
Taraklı Termal Turizmi

Taraklı Termal Turizmi

Taraklı'da termal turizmi, Türkiye'deki belli başlı noktalardan biri haline gelmiştir.