Erol AFŞAR
Erol Afşar
Sanal Kıssalar
Yayın:
Güncelleme:
Çanakkale'de kan gövdeyi götürüyor.
"Geçerim" diye saldıran emperyalistlerin insan kaybı, 100 bini aşmış...
"Geç de görelim" diyen dedelerimizin kaybı ise, 150 binin üstünde...
Mermiler havada çarpışıyor. Cesetler toplanamayacak kadar çok...
Bu inanılmaz kıyıma rağmen, İngiliz Hükümeti durumdan memnun. Çünkü gerçeği bilmiyor.
Çanakkale'deki İngiliz cephe komutanı, "Vaziyet gayet iyi... Bugün yarın geçeriz" raporları gönderiyor devamlı...
O sırada genç bir gazeteci var orada. Avustralyalı. Melbourne Age Gazetesi'nin muhabiri.
Görüyor ki, durum kel... Hadise, hiç de İngiliz komutanın anlattığı gibi değil.
Türkler kafaya koymuş... Kuru ekmek yiyor, bulursa üzüm hoşafı içiyor, şakır şakır ölüyor...
Ama geçirmiyor.
Avustralyalı olduğu için özellikle dikkatini çeken bir konu daha var. İngiliz komutanlar, karargâhta klasik müzik eşliğinde viski yudumlarken, Anzaklar patır patır gidiyor.
En son iki tabur Anzak gönderiyorlar bir bölgeye... Türklerin, iki taburu yok etmesi iki saat bile sürmüyor.
Üstelik müthiş bir sansür var. Yazdığı haberler, İngiliz yetkililer tarafından engelleniyor.
Bakıyor ki, olacak gibi değil... Sarılıyor kaleme, tüm gerçekleri tek tek anlattığı, 8 bin kelimeden oluşan, "Gelibolu Mektubu"nu yazıyor.
Özeti şu; "Çanakkale geçilemez... Hemen çekilin."
Ve bu mektubu, sansürden kurtulmak için Avustralya Başbakanı'na elden ulaştırıyor.
Avustralya Başbakanı mektubu okuyor, gözlerine inanamıyor ve acilen, yine elden, İngiltere Başbakanı'na ulaştırıyor..
İngiltere Başbakanı mektubu okuyor, Savaş Kabinesi'ni topluyor, orada bir daha yüksek sesle okuyor...
Gizlice araştırılıyor. Mektup doğru. Hatta az bile yazılmış.
Cephedeki İngiliz komutanın, kendi poposunu kurtarmak için palavra attığı anlaşılıyor.
Ve karar veriliyor. Komutan görevden alınıyor. Emperyalistler, Çanakkale'den çekiliyor.
Yazdığı mektupla savaşın sona ermesini sağlayan genç gazeteci, Avustralya'da kahraman gibi karşılanıyor. "Sir" ünvanı veriliyor.
E tabii kapılar açılıyor... Savaşa "muhabir" olarak giden gazeteci, savaştan sonra "gazete sahibi" oluyor.
Yıl, 1952.
Çanakkale'de savaşın kaderini değiştiren "sir gazeteci" vefat ediyor.
Bir tane oğlu var... O zamanlar, 21 yaşında.
Babasının gazetesinin başına geçiyor. Çalışıyor, çalışıyor, çalışıyor.
Avustralya'ya sığmıyor... ABD'ye, Avrupa'ya el atıyor.
Bugün, 78 yaşında. Dünya medya imparatoru…
75 televizyon kanalı... 175 gazetesi var.
TV kanallarıyla 600 milyon izleyiciye, gazeteleriyle 11 milyon okuyucuya hitap ediyor.
Yıl, 2009...
Çanakkale'nin "dövüşerek" geçilemeyeceğini ilk anlayan ‘sir gazeteci'nin oğlu, Çanakkale'nin nasıl geçileceğini gösterdi... EFT'yle…
Bastı parayı, TGRT'yi aldı.
Adı, Rupert Murdoch.
.* .* .*
Hayat ne garip bugünlerde;
Mallarımız arttı, keyfimiz azaldı. Daha büyük evlerde kalıyoruz ama daha küçük ailelerde yaşıyoruz.
Konforumuz arttı ama zamanımız daraldı. Diplomamız bol ama sağduyumuz az.
Uzmanlıklar arttı ama sorunlar çoğaldı. İlaçlar çoğaldı, hastalıklar arttı. Sorumsuzca para harcıyoruz ama az gülüyoruz. Trafikte çok hızlıyız ama çabuk parlıyoruz. Akşam geç yatıyor, sabah yorgun kalkıyoruz. Az kitap okuyor, çok televizyon seyrediyoruz. Varlığımızı arttırdık ama değerlerimizi yitirdik. Çok konuşuyor ama az gönül veriyoruz ve bol yalan söylüyoruz. Para kazanmayı öğrendik ama yuva kurmayı beceremedik. Hayata yıllar ekledik, yıllara hayat k atamadık. Ay' a kadar gidip dönmeyi biliyoruz ama komşumuza geçmek için karşıya geçmiyoruz.
Uzaya ulaştık ama ruhun derinliklerine inemiyoruz. Havayı temizledik ama ruhları kirlettik. Atomu parçaladık, önyargılarımızı yıkamadık. Çok yazıyor ama az gelişiyoruz. Daha çok plan yapıyoruz ama daha az sonuç alıyoruz. Acele etmeyi öğrendik ama sabırlı olmayı asla.
Gelirimiz arttı, karakterimiz zayıfladı. Tanıdıklar çoğaldı, dostlar eksildi. Çabalar arttı ama mutluluklar azaldı. Bilgisayar ağları kuruyoruz, bilgi otoyolları inşa ediyoruz ama kendi aramızdaki iletişimde zorlanıyoruz.
Dünya barışı der, silahlanırız. Daha mutlu olmak için somurtarak çalışırız. Yani bugünlerde; Eve çift maaşın girdiği ama çiftlerin boşandığı, güzel evlerin yuva olamadığı, kısa seyahatlerin, kağıt mendil gibi ilişkilerin, yıka-çık gönüllerin, tek geceliklerin, kilo dertlerinin ve her derde deva vitaminlerin, vitrinlerin dolu ama gönüllerin boş olduğu günlerde yaşıyoruz #