Mustafa Özbilge Mustafa Özbilge Dıngılım

Gölpazarı'nın Taraklı'dan Farkı (7)

Biri fidan dikiyor, diğeri ise fidan bile kesmiyor, tarlasını satıyor!
Yayın: Güncelleme:

Birkaç aydır, salı günleri düzenli bir şekilde Gölpazarı'na giderek orada kurulan semt pazarını takip ediyorum. Küçüklüğümde, senede ancak bir gün gidebildiğim, büyük panayırı ve merkezindeki Horhor çeşmesiyle hatırımda kalan bir yerdi Gölpazarı.

Senenin ilk panayırı olarak Gölpazarı Panayırı'nı bilirdik. Taraklı Panayır'ı, soğuk sonbahar günlerine denk gelirken Gölpazarı Panayır'ı, insanı üşütmeyen, yer yer yazdan esintiler taşıyan bir zamana rastlardı. Taraklı Belediyesi, Gölpazarı'ndaki panayır için ikindiden sonra, bedava bir otobüs kaldırırdı. Dönüşü, gece geç saatleri bulan bu panayır otobüsü, biz çocukları âdetâ eğlenceli bir bayram alanına taşırdı.

Taraklı'da yok muydu böyle panayır?

Vardı tabii ki ancak Gölpazarı Panayırı'nı, panayırlar içerisinde en büyüğü ve kalabalığı bilirdik hep. Gerek bizi eğlendirecek oyun çeşitliliği, gerekse satılan giyim kuşam, öteberi gibi şeyler açısından zenginliği, diğer komşu ilçelerin panayırlarıyla mukayese götürmezdi.

O yıllarda, Gölpazarı'na çeşitli sebeplerle Taraklı'dan epeyi gidenler olmuştu. Orada ikamet eden Taraklılılar olduğu gibi iş münasebetiyle her gün gelgit yapan Taraklılılar da vardı. Taraklı'dan birçok kişi, Gölpazarı'nda esnaf dükkanı açmıştı, hatta Taraklı'dan, meslek lisesi okumak için Gölpazarı'na giden belli sayıda talebe oluşmuştu.

Taraklı'da on beş yirmi askerden oluşan küçük bir karakol varken Gölpazarı'nda koca bir jandarma taburu, polis karakolu ve meslek yüksek okulu vardı. Ben de yaşım dolduğunda, ehliyetimi almaya Gölpazarı'na gitmiştim. Öncesinde Taraklı'da ehliyet verenler de yine Gölpazarlılardı.

Ne olmuşsa olmuştu...

Bugün, Taraklı'nın on sene öncesinden daha geri bir yere dönüşmüş bir Gölpazarı var. Elbette bu geriliği, ilçenin canlılığı ve imarı noktasından değerlendiriyoruz. Mesela, Taraklı'nın iki katından fazla köye sahip bir ilçenin haftada bir gün kurulan salı pazarı, Taraklı'nın cumartesi pazarından pek çok açıdan geride kalmış durumda şimdi.

Buna sebep, Gölpazarı'ndaki Jandarma Taburu'nun kapanması mı sadece? Gerçi Gölpazarı'na Jandarma Tabur'u yerine Açık Cezaevi gelmiş fakat onlar da dışarıdan alışveriş yapacaklarına, üstüne üstlük bir de mahkumların ürettiği ürünleri satıyorlarmış dışarıya.

Gölpazarı'nın iktidar partisini tercih etmemesi ilerleyemediğine sebep gösterilebilir belki... veya anormalliğin Gölpazarı'nda değil, Taraklı'da olduğunu, Taraklıya piyango vurduğunu yahut Taraklı Belediyesi'nin ve özel müteşebbislerin tahmin edilemeyecek bir gelişime imza attıklarını söyleyebiliriz.

Bu mesele, elbette daha sağlıklı verilerle desteklenip üzerinde uzun boylu sosyo-ekonomik tahliller yapılabilir bir meseledir. Belki yapılmalıdır da... Çünkü görünürde Sakarya ve Bilecik'in iki küçük ilçesi üzerinde basit bir inceleme gibi gözükecekse de Türkiye'nin ve özellikle de taşranın, bugünü ve yarını üzerinde tespit edilecek küçük örnekler, anahtar sonuçlara vesile olabilir.

Meseleye dâir sınırlı bilgilerim, karşıma şöyle bir manzarayı çıkarmakta...

Şu sıralar, fidan dikim zamanı ve Gölpazarı'nda fidan satan kamyonların arkasında sıraya girmiş köylüleri görüyorum. Traktörlerle, kamyonetlerle gelen köylüler yüzlerce fidan satın alıyorlar. Bir kısmı, ürünü değiştirip farklı meyve fidanları dikeceğini, bir kısmı da yaşlı ağaçlarını yenileme endişesiyle fidan satın aldığını söylüyor.

Evet, dışarıya verdiği göç sebebiyle belki meyveyi toplatacakları işçiyi Gölpazarı'nda bulamayıp da Osmaneli'den, İznik'ten gündelikçi getirtip bugün için zarar ettiğini söylenen bir çiftçi var karşımızda. Yine de bu dikim faaliyetinin canlı olması, her hâlükârda Gölpazarı'nda kendi kendine yetebilecek bir çiftçinin mevcud olduğunu ispatlıyor.

Ya Taraklı!

Taraklı'da emlâk dükkanı sayısı onu geçti. Dükkansız olarak, internetten satışlar gibi serbest çalışanları, emlâkçılara aracılık edenleri de buna eklersek bu sayının rahatlıkla yirmi-yirmi beşi bulacağından şüpheniz olmasın.

Arazi satışının önünü bu kadar açmış bir Taraklı nereye gidiyor? Tarlasını, bağını, bahçesini satan Taraklı köylüsü, hangi rüyanın tesiri altında? Vişnenin, kirazın, eriğin, cevizin yetişmesinde en elverişli köyler olan Billaz (Çamtepe), Pirler, Duman, Hacıaliler, Akçapınar'da arazi satışları ne durumda?

İlk zamanlar Termali ayağa kaldırmak için canla başla çalışan Taraklılılar bugün orada yok. Termal içerisindeki, hizmet sektörüne dayanacağını uman Taraklı, umduğuna nail olamadı. Taraklı, şu sıralar artmış olan turist hareketini karşılamak adına, çarşısında açtığı küçük işletmelerle vaziyeti şimdilik idare ediyor. Ancak güvenilmez, kaypak (kaygan) bir sektöre (turizm) dayanan; üretimi (toprağı/kalıcılığı), ikametgahı olmayan bir Taraklı'nın yarını ne olur?

İşte buradan bakarak Taraklı ve Gölpazarı arasındaki farkı şöyle özetleyebiliriz. Biri fidan dikiyor, diğeri ise fidan bile kesmiyor, tarlasını satıyor!

Bu değerlendirmeyi, kabaca Türkiye'ye teşmil edersek şehirlere akın eden, köy ve kasabalarını terk eden nüfusu göz önünde bulundurarak tekrar bir düşünelim. İstanbul'un sâbık belediye başkanı, bu şehir için ne diyordu: "Gelecek yıllarda nüfusun artıp günlük hareketin 40 milyona ulaşacağı günlere hazırlık yapıyoruz."

Bahsedilen bu hazırlık, hazıra dönük bir hazırlıksa bu farkı, fark etmeye kelimelerle başlayalım:

"Kur'ân'dan Türkçe'ye, Türkçeden Kur'ân'a Kelimeler" başlıklı yazılarımızın yedincisi olacak anahtar kelime: Fark.

Fark kelimesinin (çoğulu furûk), Türkçede zengin bir kullanım sahası vardır. Arapça kök bir kelime olan fark'tan türetilmiş çok sayıda kelimenin bugün Türkçede hâlâ yaşadığını görmekteyiz. Sözlükte: "İki şeyin birbirinden ayrılmasını sağlayan değişik taraf, başkalık; nicelikler bakımından fazla veya eksik kalan kısım" olarak tanımlanan fark kelimesi, bir tasavvuf kavramı olarak şu manaya gelmektedir:

"Allah ile kul arasına madde perdesinin girmesi veya sâlikin, halkın Hak’la var olduğunu bilmesi"dir. "Varlıkların Hak ile kul arasında perde oluşturması ve madde âleminin tesiri altında kalan kulun, Allah’tan ayrı kalmasına fark-ı evvel; kulun, kendisini Hak’la hissetme haline (cem‘) ulaştıktan sonra yaratıkların Hak ile var olduklarını kavramasına ve birbirini perdelemeksizin çoklukta birliği, birlikte çokluğu görmesine fark-ı sânî denilir."

Kuşeyrî Risâlesi'nde kavramla alâkalı şöyle bir açıklama vardır: "Halkı görmek fark, Hakk'ı görmek cem'dir. Farkı olmayanın kulluğu, cem'i olmayanın marifeti olmayacağından ikisi de lüzumludur."

"Kıyâmetde hisâbı olmayanlardandur ol gâfil / Ki fark eyler firâkun şâmını subh-ı kıyâmetden" (Fuzûlî)

(Ayrılık gecesini, kıyamet sabahından ayırt eden o gâfil/âşık, kıyâmette hesap sorulmayanlardandır. Âşık için ayrılık gecesinin, kıyamet sabahından farkı yoktur. Çünkü âşık, kendi ruhunda kıyameti koparmıştır.Yani nazarında bütün dünya yok olmuş. Yalnız Hak, ebedî olarak kalmıştır.)

"Gezer cem' ehli deryâlarda galtan(bulanıp, yuvarlanıp) / Yürür fark ehli sahrâlarda hayrân" (Aziz Mahmud Hüdâyî)

"Başın tepe kısmına" da fark/farak denmektedir, Şeyhoğlu Mustafa'nın bir mısrâında geçer:

"Dedi ey iki tahtın pâdişâhı / Ki kondu farkına tâc-ı ilâhî"

Allah'ın, İsrâiloğullarına hitap ettiği, Bakara sûresi 50. âyette, kelimenin yarmak manasında geçtiğini görüyoruz: "Ve iz faraknâ bikumul bahre fe enceynâkum ve agraknâ âle fir’avne ve entum tenzurûne."

(Sizin için denizi yarmıştık, sizi kurtarmış ve Fir'avn âilesini boğmuştuk; siz de bunu görüyordunuz)

İsrâ sûresi 106. âyette, aynı kelime, Kur'ân'ın parçalar şeklinde ayrılmasındaki hikmeti ifade etmek için kullanılmıştır:

"Ve kur’ânen faraknâhu li takraehu alân nâsi alâ muksin ve nezzelnâhu tenzîlen."

(Onu, insanlara ağır ağır okuman için, okuma parçalarına ayırdık ve onu azar azar indirdi).

"Ayıran, ayrılmasına, fark edilmesine sebep olan, ayırıcı özellik" manasındaki fârik kelimesi de fark'la aynı kökten gelmektedir.

"Sana Kur'ân yeter rehber kim oldur / Hak ile bâtıl arasında fârik" (Ahmedî)

(Sana rehber olarak Kur'ân yeter; Kur'ân, Hak ile bâtılın arasını ayırandır)

Fârik kelimesinin tamlamalarda ortaya çıkan aynı mânâdaki müennes şekli, fârika'dır. Türkçede, "Bir kişiye veya şeye özelliğini veren ayırıcı vasıf; işaret, marka" anlamında alâmet-i fârika tamlamasını kullanmaktayız.

Fark kelimesinden gelip daha çok Hz. Ömer (r.a)'in lakabı olarak kullanılan Fârûk kelimesi de "ayıran" manasına gelmektedir. "Hakkı hak olmayandan ayırması ve çok âdil olması sebebiyle Hz. Ömer'in lakabı olmuş" bu kelime, şâir Nef'î'nin, Sultan Murad'ı övdüğü kasîdesinde şöyle geçmektedir:

"Hâkân-ı Osmanî-nesep kim münderiç zâtında hep / İslâm-ı Fârûk-i Arap ikbâl-i Pervîz-i Acem" (Nef'î)

(Osmanlı soyunun hâkânı ki kendisinde hep Arab'ın Ömer’inin (Fâruk) Müslümanlığı, Acem'in Perviz’inin ikbâli toplanmıştır.)

Kelime, farklı bir çekimle Rûm sûresi 14. âyette; Kıyâmette, müminle kâfirin birbirlerinden ayrılması manasında geçmektedir: "Ve yevme tekûmus sâatu yevmeizin yeteferrakûne."

(Kıyamet saati gelip çattığında, işte o gün, müminlerle kâfirler birbirlerinden ayrılırlar)

"İyi ile kötü ve doğru ile yanlış arasındaki farkı gösteren delil; hakkı bâtıldan ayırt etmesi sebebiyle Kur'ân-ı Kerîm'e verilen isim olan furkân kelimesi de fark ile aynı kökten gelmektedir.

Furkan sûresi 1. âyet, içerisinde el-furkan kelimesinin zikredilmesi sebebiyle aynı zamanda sûreye ismini de vermiştir: "Tebârakellezî nezzelel furkâne alâ abdihî li yekûne lil âlemîne nezîren."

(Âlemlere uyarıcı olması için kuluna Furkanı (hakkı, bâtıldan ayırma ölçüsünü) indiren Allâh pek kutludur!)

Enfal sûresi 41. âyette ise kelime, Bedir savaşında, hak ile bâtılın birbirinden ayrılması manasında kullanılmıştır: "İn kuntum âmentum billâhi ve mâ enzelnâ alâ abdinâ yevmel furkâni yevmettekal cem'âni, vallâhu alâ kulli şey'in kadîrun."

(Eğer Allah’a; hak ile batılın birbirinden ayrıldığı gün, yani iki ordunun Bedir’de karşılaştığı gün kulumuza indirdiklerimize inandıysanız bunu böyle bilin. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir)

Furkân kelimesi, Fuzûlî'nin aşağıdaki beytinde, Hz Peygamber (a.s)'e inen vahiy, yani Kur'ân için kullanılmıştır:

"Ey olub mi'râc bürhân-ı ulüvv-i şân sana / Yere inmiş gökden istikbâl edüb Furkân sana"

(Ey sen ki, mi'râc senin şanının yüksekliğine bir delil, bir burhandır; Kur'an/Furkân, seni gökten karşılayıp yere, sana inmiştir.)

Fark kelimesinden türemiş ve özellikle Türk şiirinde çokça rastlanan bir diğer kelime ise "ayrılık" manasındaki firâk'tır. Kelime; "ayrı düşme, hicrân; hüzün, teessür, mahzunluk" manalarına gelmektedir. Bununla bağlantılı olarak ayrılık acısının işlendiği manzûmelere de firâkiye denmektedir.

"Mutasavvıflara göre, aslî vatanı olan ruhlar âleminden, madde âlemine gelen insan, burada gariptir. Ruh, esas vatanından ayrı düştüğü için bu durumdan yakınmakta ve ilk vatanına dönmeyi arzulamaktadır." İşte asli vatanından ayrı düşmüş rûhun, ayrılık içerisindeki hâline, tasavvufta firâk denmektedir. Kelimenin karşıtı visâl' (sevdiğine kavuşma)'dir.

"Günbegün artıyor derdim firâkım / Felek beni nazlı yardan ayırdı" (Pir Sultan Abdal)

"Dil oldu tîğ-i firâkunla şerha şerha velî / Ne sûd çün sana olmadı hâl-i dil meşrûh" (Fuzûlî)

(Gönül ayrılığının kılıcı ile parça parça oldu. Fakat ne fayda ki gönül hâli, sana şerh edilemedi; uzun uzun, tafsilâtlı olarak açıklanamadı)

Firkat (Fürkat) kelimesi de fark ile aynı kökten olup o da firâk gibi ayrılık manasına gelmektedir.

"Ne tende cân ile sensiz ümmîd-i sıhhat olur / Ne cân bedende gam-ı firkatinle rahat olur" (Nef'î)

(Can, tenin içinde sensiz sıhhat ümidi taşımaz; ayrılığın gamı sebebiyle bedende rahat da bulamaz)

Fırka kelimesi de fark kelimesiyle aynı kökten neş'et etmiştir. "İnsan topluluğu, bölük, cemâat, tâife; siyâsi parti ve askeriyede tümen" manasında Türkçede kullanılmaktadır. Ehl-i sünnet yolundan ayrılan fırka için fırka-i dâlle; Kur'ân-ı Kerîm ve sünnete uyanlar için fırka-i nâciye denmektedir.

Şuara sûresi 63. âyette, kelime şöyle geçer :

"Fe evhaynâ ilâ mûsâ enıdrib bi asâkel bahra, fenfeleka fe kâne kullu firkın ket tavdil azîmi."

(Bunun üzerine Musâya: vur Asan ile denize, diye vahyeyledik, vurunca bir infilak etti, her bölük koca bir dağ gibi oluverdi)

"Bu ayrılık da neden? Bir değil mi her şeyiniz? / Ne fırka herzesi lâzım, ne derd-i kavmiyyet" (Mehmet Âkif Ersoy)

"Rütbe-i hikmet-i mi'râc-ı kemâline göre / Hukemâ fırka-i dûn felsefe cem'-i süfehâ" (Fuzûlî)

(Peygamber'in kemâlinin en yüksek noktasına erişmesine ve elde ettiği hikmet mertebesine göre hukemâ, alçak bir fırka; filozoflar ise sefih yani ma'nâsız işler yapan bir topluluktur)

Fırka kelimesi, Tebük seferine çıkacak Müslümanların durumlarıyla alâkalı Tevbe sûresi 122. âyette geçer:

"Ve mâ kânel mu’minûne li yenfirû kâffeten, fe lev lâ nefere min kulli firkatin minhum tâifetun li yetefekkahû fîd dîni ve li yunzirû kavmehum izâ receû ileyhim leallehum yahzerûne"

(İnsanların hepsi toptan sefere çıkacak değillerdi. Ama her kabileden bir cemâatin dini iyice öğrenmeleri ve dönüp kavimlerine geldiklerinde, sakınmaları umuduyla onları uyarmaları için sefere çıkmaları gerekmez miydi? )

Ferîk kelimesi de fark ile aynı kökten oluşmuş bir kelimedir. Kelime Türkçede, "fırka kumandanlarına verilen unvan; Osmanlı ordusunda kolorduyu meydana getiren yedi birlikten biri" manalarını kazanmıştır.

Bakara sûresi 87. âyette kelime şöyle geçmektedir:

"E fe kullemâ câekum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusukumustekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferîkan taktulûne."

(Ne zaman ki, bir peygamber, size canınızın istemediği bir şey getirdiyse büyüklük taslamadınız mı? Kimini/bir kısmını yalanladınız, kimini de öldürüyordunuz? )

"Ayırma, farklı tutma; birinin üstünlüğünü anlatmak için iki şey arasındaki farkı gösterme" manalarında kullanılan ve fark kelimesiyle kardeş, bir diğer kelime tefrîk'tir. Kelime Türkçede, Farsça "hâne" ekiyle birleşerek "işlenecek malların kalitesine göre cins cins ayrıldığı yer" manasında tefrikhâne olarak da kullanılmaktadır.

"Tefrîk için kimisi okur rükye-i füsun / Teshîr için kimisi yazar nüsha-i duâ" (Ziyâ Paşa)

(Kimisi büyü okur ayırmak için; kimisi sihir yapmak için muska yazar)

Tefrîka kelimesi ise sürekli anlaşmazlık, ayrılık, nifak, ihtilaf; gazete ve dergilerde arka arkaya yayımlanan ve birbirini tamamlayan yazılardan meydana gelen dizi" manasında kullanılmaktadır.

"Cem'iyyete bir fırka dedik, tefrîka çıktı / Sapsağlam iken milletin erkânını yıktı."

"En büyük düşmanıdır rûh-i Nebî tefrîkânın / Adı batsın onu İslâm'a sokan kaltabanın" (Mehmet Âkif)

Münâfıkların yaptığı ve Peygamber (a.s)'ın yıktırmış olduğu Mescid-i Dırar hâdisesinin anlatıldığı Tevbe sûresi 107. âyette tefrîka kelimesi geçer:

Vellezînettehazû mesciden dırâran ve kufran ve tefrîkan beynel mu’minîne ve irsâden li men hâraballâhe ve resûlehu min kablu, ve le yahlifunne in erednâ illâl husnâ, vallâhu yeşhedu innehum le kâzibûne.

(Seferden geri kalanlar arasında, zarar vermek, nankörlük etmek, mü'minlerin arasını açmak ve önceden Allâh ve Elçisiyle savaşmış olan adamın gelmesini gözetlemek için bir mescid yapanlar da var. "İyilikten başka bir niyetimiz yoktu" diye de yemin edecekler. Oysa Allâh, onların yalan söylediklerine şâhittir)

Fark kelimesiyle aynı kökten gelen ve Türkçede kullanılan bir başka kelime de tefârik'dir. "Genellikle hacıların getirdiği hediyeler için kullanılan; kıymeti az olan ufak tefek eşya"dır.

Teferruk kelimesi ise "ayrılma, dağılma" anlamına gelmektedir.

"Muvahhidîn ile birliktedir gönüllerimiz / Teferruk etse de eczâsı hâk-dânımızın" (Muallim Nâci)

(Toprağımızın/dünyamızın parçaları ayrılmış, dağılmış olsa da; gönüllerimiz Allah'ı birleyen ehl-i tevhidle berâberdir)

"Birbirinden ayrılmış, dağılmış; çeşitli, muhtelif" anlamlarına gelen müteferrik kelimesinin tamlamalarda ortaya çıkan müennes şekline müteferrika denir. Müteferrika kelimesi, "hesapta olmayan çeşitli masraflar için ayrılmış para; zanlının emniyette gözaltında tutulduğu yer; padişah, sadrazam vb.nin hizmetinde bulunan görevli" manalarına gelmektedir.

Âl-i İmran sûresi 103. âyette, müteferrik kelimesiyle benzer manada olup aynı kökten gelen kelime şöyle geçmektedir: "Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrakû, vezkurû ni’metallâhi aleykum"

(Ve topluca, Allâh'ın ipine yapışın, ayrılmayın; Allâh'ın size olan ni'metini hatırlayın)

Kelime, Mehmet Âkif'in mısralarında şöyle geçer:

"Müslümanlık sizi gâyet sıkı, gâyet sağlam / Bağlamak lâzım iken, anlamadım, anlayamam / Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize? / Fikr-i kavmiyyeti şeytan mı sokan zihninize? / Birbirinden müteferrik bu kadar akvâmı, / Aynı milliyyetin altında tutan İslâm'ı, / Temelinden yıkacak zelzele kavmiyyettir / Bunu bir lâhza unutmak ebedî haybettir."

Yûsuf sûresi 39. âyette, müteferrik kelimesi Türkçede kullandığımız şekliyle geçmektedir.

"Yâ sâhibeyis sicni e erbâbun muteferrikûne hayrun emillâhul vâhıdul kahhâru."

(Ey benim zindan arkadaşlarım, çeşitli tanrılar mı iyi, yoksa her şeyi hükmü altında tutan kahredici tek Allâh mı? )

Yûsuf sûresi 67. âyette, müteferrika kelimesi geçmektedir:

"Ve kâle yâ beniyye lâ tedhulû min bâbin vâhidin vedhulû min ebvâbin muteferrikatin, ve mâ ugnî ankum minallâhi min şey’in, inil hukmu illâ lillâhi, aleyhi tevekkeltu ve aleyhi felyetevekkelil mutevekkilûne."

(Ve dedi ki: "Oğullarım, Mısır'a bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ben, Allah'tan gelecek hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm, yalnız Allâh'ındır. O size ne takdir etmişse muhakkak olacaktır. Ben O'na tevekkül ettim, tevekkül edenler de O'na tevekkül etsinler!)

"Başın üstünde saçların ikiye bölündüğü yere mefrak; "tefrik edilmiş ayrılmış şeye" de mefrûk denir. Her iki kelime de fark kelimesinden türemiştir.

Aynı kökten gelen mufârakat kelimesi, "ayrılık, ayrılma; karı koca arasında meydana gelen boşanma" anlamına gelmektedir.

Bakara sûresi 102. âyette, boşanmak manasındaki mufârakat kelimesiyle aynı kökten gelen bir kelime geçmektedir: "Fe yeteallemûne minhumâ mâ yuferrikûne bihî beynel mer’i ve zevcihî"

(Fakat bunlar, onlardan, erkekle karısının arasını açacak şeyler öğreniyorlardı)

Nisa sûresi 130. âyette de kelime, aynı kök üzere farklı bir çekimle boşanmak manasında geçmektedir: "Ve in yeteferrekâ yugnillâhu kullen min seatihî. Ve kânallâhu vâsian hakîmen"

(Eğer eşler ayrılırlarsa, Allâh bol ni'metiyle onların her birini zengin eder diğerine muhtâç eylemez. Allâh'ın ni'meti geniştir, O hüküm ve hikmet sâhibidir)

"Reng-i adem vücûd ile Nâbî be-hem yürür / Mümkin değil mufârakatı rûzdan şebin" (Nâbî)

(Ey Nâbî, yokluğun vasfı, varlık ile berâber yürür; zîrâ gecenin gündüzden ayrılması da mümkün değildir)

Türkçede kullandığımız bir başka kelime de mufârık'dır. "Ayrılmış, ayrılan, mufârakat eden" anlamına gelmektedir.

"Visâle ârzû etme niçe kim / Bu benlik senden olmaya mufârık" (Ahmedî)

(Bu benlik senden ayrılmadıkça; sevgiliye kavuşmayı arzu etme)

"Tevfîk, taharrîye, taharrî ona âşık / Azminde emel lâzımdır, gayr-i müfârık" (Mehmed Âkif)

(Başarı, araştırmaya; araştırma ise ona âşıktır; azimde, kararlılıkta terk edilmez bir emel lâzımdır)

Fark'tan türetilmiş ve Türkçede kullandığımız son iki kelimemiz de infirâk ve iftirâk'tır.

İnfirâk, "ayrılmak" demektir. İftirâk ise "hicrân, ayrılık, dağılma, parçalara ayrılma" manalarına gelmektedir.

"İftirâkın faslını yazdıkça eyler dil enîn / Kilk-i hüzn-engîz gönlüm sâzının mızrabıdır" (Muallim Nâci)

(Gönül, ayrılığın faslını yazdıkça feryâd edip inler; hüzün veren kalem, gönül sazının mızrabıdır)

Böylece fark kelimesinden türetilmiş yirmiden fazla kelimenin; hem Türkçede, hem de kök itibâriyle Kur'ân-ı Kerîm'de kullanıldığını misalleriyle görmüş olduk.

Yazımızın başında bahsettiğimiz Gölpazarı-Taraklı arasındaki fark, yaratılmış olanda (toprak/mahluk), yaratanın (Hâlık) âyetlerini (meyveler, ekinler) fark edebilmek; yaratılanı, yaratan nâmına muhafaza etmek açısından önemlidir.

Belli bir zamanı rahat geçirebilmek adına, topraklarını birkaç kuruşa satanlarla topraklarına fidan dikenler arsındaki fark, Furkân'a olan mesafemiz gibidir. Topraklarını satanlar, ondan çıkacak ekini/âyetleri okuyamayacak, hak ve bâtılı tefrîk edemeyecek, yaratılışa şahit fâruklar olamayacaklardır.

Dünya'dayız yani firkatteyiz. Aslî vatanımızdan ayrı, firâk yurdundayız. Elbette Mevlâna'nın dediği gibi burayı aslî vatan bilirsek dünyadan mufârakat (ayrılmak) zor olur. Öteyi vatan bilirsek burası, gayr-ı mufârık (terk edilemez) bir yer olmaz bize.

Allah, kulu Muhammed aleyhisselâma, hak ve bâtılı fark ettirecek Furkân'ı indirdi ki doğruyla yanlışı tefrîk ederek tefrîkaya düşmesin müminler. Teferruk (dağılma) ettiklerinde onlara hatalarını fark ettirecek ve onları tekrar vahdete kavuşturacak Furkân'dan başkası değildir bugün.

Müslümanların alâmet-i fârikası, cemaattir. Cemaat ise fırkalardan oluşmuş ve her fırkanın kendini hak gördüğü tefrîka belâsı hiç değildir. Birbirinden müteferrik olmuş Müslümanlar, Allah'ın ipine kat'iyen sarılmamışlardır. Her fırka, gâvurun üstünde sallandırdığı farklı renkte bir ipe el uzatmış; çâresiz, iftirâk içinde ve zilletle beklemektedir.

Fârûk'un kırbacı, müminlerin eliyle zâlimin müstekbir sırtında şaklayacakken; kulaklar, mazlumun sırtında her dâim başka bir Nemrut'un sesini duymakta. Bizler, gam-ı firkatle kıblesini şaşırmış bir ümmetiz bugün; yalnız Kudüs değil, Mekke ve Medîne de firâk (hüzün) içinde bizi beklemekte.

"İnnellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyean leste minhum fî şey’in, innemâ emruhum ilâllâhi summe yunebbiuhum bimâ kânû yef’alûne" (En'âm Suresi 159. Âyet)

(Dinlerini parça parça edip, grup grup olanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır, sonra Allâh onlara yaptıklarını haber verecektir.)

#

Yorumunuzu Ekleyin

Adı-Soyad
E-Posta
Yorum
İşlemin Sonucu
  • Yorumlar T.C. Yasalarına aykırı olamaz.
  • Hakaret içeren yorumlar, yayınlanmasa bile yasal mercilere iletilebilir
  • KVKK Kapsamında, bilgileriniz, yasal merciler hariç kimseyle paylaşılmaz.
  • Formda doldurduğunuz bilgiler ve IP adresiniz sisteme kaydedilir.
  • Yorumunuz onaylanıp yayınlandığında, sadece yorum, isim ve yorum tarih saati gösterilir.
Yorum Ekle

Yorumlar

Faruk Serkan
19.12.2017 / 02:35:40
Yazdıkların için, "altına imzamı atarım" demek bile az kalır. Sadece sonuna değil, yazının önüne ve ardına, her yerine adımı yazmışsın. Garip ki yazı, zihnimden geçenleri (geçip gidenleri) zihnime kazıyor! "Fark" kelimesinin çeşitli anlamları ile tekrar tekrar hatırlatılması, kelimeye dair farkındalık sağlıyor ve işte ancak bu tekrârat ile "FÂRUK" olunabiliyor. Tam da Furkân'ın/Kur'an'ın çokça başvurduğu tekrârat gibi... Adımızı bile unuttuğumuz şu dönemde, kendimize kendimizi tekrar tekrar hatırlatan Furkânî yazılarının farkına varmak dileğiyle...
Ahi Naci İşsever
23.01.2018 / 15:14:04
Ayrıntılar mükemmel.

YAZARIN SON YAZILARI

Yemen Dalgası

Yemen Dalgası

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...
Üçyüzaltmış Derece Halk

Üçyüzaltmış Derece Halk

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...
Meymenetsiz Ticaret, Maymunlaşan Siyaset (52)

Meymenetsiz Ticaret, Maymunlaşan Siyaset (52)

Mustafa Özbilge'nin yeni yazısı yayında...
Yok!

Yok!

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...
Ya Dış Mihrak Dedikleri İçleriyse (51)

Ya Dış Mihrak Dedikleri İçleriyse (51)

Mustafa Özbilge'nin yeni yazısı yayında...
Acılarımız Hafifledi

Acılarımız Hafifledi

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...

GENEL BİLGİLER

Taraklı

Taraklı

Taraklı Nerede, Taraklı'nın tarihi ve coğrafi özellikleri
Taraklı Otobüs Saatleri

Taraklı Otobüs Saatleri

Ağustos 2023 Güncel Taraklı - Sakarya Otobüs Kalkış Saatleri, Taraklı Otobüs Saatler 2021, Taraklı Otobüs Tarifesi, Taraklı Sakarya ilk otobüs ne zaman? Taraklı - Sakarya Son Otobüs Ne zaman? Sakarya Taraklı İlk Otobüs Ne Zaman, Sakarya Taraklı Otobüs Saatleri, Taraklı Koop Otobüs Saatleri
Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'ya geldiğinizde gezilecek yerler neresidir? Taraklı'nın en popüler gezilecek yerleri yazımızda.
Taraklı Termal Turizmi

Taraklı Termal Turizmi

Taraklı'da termal turizmi, Türkiye'deki belli başlı noktalardan biri haline gelmiştir.