Mustafa Özbilge Mustafa Özbilge Dıngılım

Seçimi Kararsızlar mı Belirleyecek? (23)

Türk milleti, en kararlı olduğu dilinde bile bî-karar duruma düşürülmüştür. Dilinde bî-karar kılınan bir milletin ise hiçbir alanda istikrârı temin etmesi mümkün görünmemektedir.
Yayın: Güncelleme:

Her seçimin yeni bir başlangıç olacağı vaadiyle Türkiye'de birkaç senede bir seçime giriyoruz. İnsanların "rahat bir nefes alması, yeni Türkiye'nin geleceği için karar vermesi gereken" yer olarak kutsal demokrasinin aslanlı arenasında kurulan seçim sandıkları işaret ediliyor.

Öyleyse kararını bir daha ver Türkiye!

Hangi kararı?

Bir daha...

Hangi kararı?

Bir daha...

Bu böyle uzayıp gidiyor. Aslanlar, kurbanlar ve arenada seyirciler, görünürde herkes bir ibadeti edâ etmenin neşesiyle, eğlen(diril)iyor. Günün sonunda kararların toplanıp gâlibin ilân edilmesi kalıyor.

Hangi karar?

İnsanların bir kararı mı var?

Ölçüsüzlüğün, bir piyasa kuralı olarak koyulduğu bütün mekânlarda, ifsad edilmiş şehri/yaşamı hiçbir şekilde yadsımayan bir toplumun vereceği kararlardan, her seçim dönemi kendisine meşruiyet devşirdiğini düşünen kimler varsa, onlar ancak işlerini yürütebildikleri oranda o insanların kararlarına saygı duyabilirler. İşleri bitince, yani dümeni kaybettiklerinde herkes hâindir.

Şimdi yerel seçimler var. Şehirlerimizi mahveden en temel mesele nedir diye sorsak; kendi kendimize vereceğimiz cevap, kararsızlık yani ölçüsüzlüktür. Şeytan, hiçbir şeyi kararında bırakmaz. Piyasalar; ölçüyü aş(ır)makla, ifrâta gitmekle ayakta durur.

Kara, hava, deniz, ray, köprü, tünel... üzerinden yolun her çeşidinin geçtiği bir şehirde, İstanbul'da: insanların kendilerine yol bulamaması, bu şehrin bir kararının olmadığının ispatıdır. Öte yanda, Anadolu'da şehirlerin, kasaba ve köylerin boşalıp belli başlı batı şehirlerine işaret edilmesi, bir başka açıdan kararsızlık/tefrit örneğidir.

Çoğu zarar, azı karar demenin ahmaklık olduğunu söylemek, ya çokluğun boğucu tehlikesinden gâfil olmayı ya da gerçekten düşman olmayı gerektirdiği gibi; karınca kaderince iş yapanları tahfif edip onları, piyasaya uymadıkları için küçümsemek de haram yiyin demenin başka bir ifadesidir.

Türk milletinin nerede durması gerektiğinin kararı, bu kelimede mündemiç iken her seçim dönemi, kararsızlığın içinden bir karar çıkacağına dair verilen boş umutlara zinhar kapılmaksızın biz "Kur'ân'dan Türkçe'ye, Türkçeden Kur'ân'a Kelimeler" başlıklı yazılarımızdan yirmi üçüncüsü olacak "karâr" kelimesine eğiliyoruz.

Karâr kelimesinin kökü "durma, karar etme" manasındaki karr kelimesidir. Sözlükte şu manalara gelmektedir: "Bir iş veya mesele hakkında verilen hüküm; mahkeme, heyet, komisyon vb. yerlerce verilmiş böyle bir hükmün yazılı şekli; bir yerde veya bir halde durma, sebat üzre kalma, sâkin olma; ölçü, derece, miktar, tarz; rahat, huzur, dinlenme, âram; değişmez olma, devamlı ve sürekli olma, istikrar; mûsikîmizde bir makamın seyrinin sona erişi; makam seyrinin son bulduğu perde; uygun ölçüde, tam ölçüsünde."

Kelime, İbrâhim sûresi 26. Âyet ile Müminûn sûresi 13. âyette şöyle geçmektedir:

"Ve meselü kelimetin habîsetin ke şeceratin habîsetinictüsset min fevkıl erdı mâ lehâ min karârin"

(Kötü bir sözün durumu da; yerden koparılmış, ayakta durma imkanı olmayan kötü bir ağacın durumu gibidir)

"Sümme cealnâhü nutfeten fî karârin mekînin"

(Sonra onu az bir su, meni halinde sağlam bir karargâha, ana rahmine, yerleştirdik)

Kelime, Yûnus Emre ve Ümmî Sinân'ın beyitlerinde sırasıyla şöyle geçer:

Benüm bunda karârum yok ben bunda gitmeğe geldüm
Bezirgânam metâ‘um çok alana satmağa geldüm

Didi ol dâr-ı mihnetde karâr eylemesin aslâ
Ki zîrâ köpri üstinde kimesne eylemez evtân

(Dedi o zorluk diyarı olan dünyada karar eylemesin asla / Zira köprü üstünü kimse vatan kılmaz)

Dede Ömer Ruşenî'nin bir beytinde ise kelime, aşk ehlinin hayretine işarettir:

‘Işk ehli vâlih ü hayrân gerek
Bî-karâr u deng ser-gerdân gerek

(Aşk ehli şaşkın ve hayran gerek / Kararsız, başı dönmüş, sersem gerek)

Farsça yer bildiren "-gâh" ekiyle birleşerek oluşmuş karargâh kelimesinin de Türkçede yaygın bir kullanımı vardır. "Savaş esnasında ordunun kumanda heyetiyle birlikte konakladığı yer; bir birliğin bütün kumandan ve yardımcı birimleriyle meydana getirdiği kuruluş; karar kılınan, durulan yer; bir makâmın seyrinin son bulduğu perde, durak" manalarına gelen kelime Şeyh Gâlib'in bir beytinde şöyle geçer:

Karârgah olacak murg-ı manâ-ya Gâlib
Bu gülistân-ı gazelde bir âşiyâne mi yok

(Ey Gâlib, manâ kuşuna karargâh olacak / Bu gazel bahçesinde bir yuva yok mu? )

İkrâr kelimesi de aynı kök üzere türetilmiştir: "Gizlemeyip açıklama, itiraf etme; kabul etme, tasdik etme; (zıddı: inkâr) dille bildirme söyleme; tarîkata intisap etme, bir şeyhe bağlanma, bîat etme" manalarına gelen kelime Bakara sûresi 84. âyette şöyle geçer:

"Ve iz ehaznâ mîsâkaküm lâ tesfikûne dimâeküm ve lâ tuhricûne enfüseküm min diyâriküm sümme akrartüm ve entüm teşhedûn"

(Hani, "Birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız" diye de sizden kesin söz almıştık. Sonra bunu böylece kabul etmiştiniz/ikrar etmiştiniz. Kendiniz de buna hâlâ şahitlik etmektesiniz)

Kelime, Yûnus Emre, Nefî ve Ümmî Sinân'ın beyitlerinde sırasıyla şöyle geçer:

Elestü bi-Rabbiküm Hak'dan nidâ gelicek
Mü'minler Belî diyüp itdiler ikrârını

(Ben sizin Rabbiniz değil miyim seslenişi Allah'tan gelince / Müminler evet deyip sözlerini verdiler)

Yâre derdim diyemem bezm-i şarâb olmayıcak
Cürmüm ikrâr edemem mest-i harâb olmayıcak

(Şarap meclisi olmayınca yâre derdimi söyleyemem / Çok sarhoş olmayınca da günahımı itiraf edemem)

Katre bahre irincegez ‘âşık ma‘şûk olur dirler
Gümânum yok gerçek imiş benüm buna ikrârım var

(Damla, denize ulaşana kadar âşık da maşûk olur derler / Şüphem yok gerçekmiş, ben bunu kabul ediyorum)

İstikrar kelimesi de aynı kök üzere türemiştir. "Belli bir noktada karar kılma, karar ve sebat üzere bulunma; kararlaşma, iyice belli olma" manalarına gelen kelime, Araf 143. âyette şöyle geçer:

"Ve lemmâ câe mûsâ li mîkâtinâ ve kellemehu rabbühu kâle rabbi erinî enzur ileyke kâle len terânî ve lâkininzur ilel cebeli fe inistekarramekânehu fe sevfe terânî"

(Mûsa, belirlediğimiz yere, Tûr’a gelip Rabbi de ona konuşunca, “Rabbim! Bana kendini göster, sana bakayım” dedi. Allah da, “Beni dünyada katiyen göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durursa sen de beni görebilirsin.” dedi)

Mehmet Âkif'in Fâtih Câmii'ni anlattığı mısralarda kelime şöyle geçer:

Siyeh-reng-i dalâlet bir bulut şeklinde mâzîler,
Civârından kaçar, bulmaksızın bir lâhza istikrâr;

(Mâziler, kapkara bir sapkınlık bulutu şeklinde / Bu mabedin etrafında bir an bile durmaksızın kaçar)

Takarrür ve takrir kelimeleri de aynı kök üzeredir. Takarrür: "Bir yerde yerleşme, karar kılma; Karar verilme, kararlaştırılma" manalarına gelmektedir. Takrir ise: "Sözle anlatma, ifâde ve beyan etme, anlatış; önerge; siyâsî nota; Tapu dâiresinde bir gayrimenkûlü sattığını veya ipotek ettiğini sözle bildirme; yerleştirme, yerleştirilme; sağlamlaştırma, tespit etme; Osmanlı Devleti’nde resmî dâirelerden sadrâzamlığa gönderilen yazı" manalarına gelmektedir. Kelime, Şeyhulislâm Yahya ve Dede Ömer Rûşenî'nin mısralarında sırasıyla şöyle geçer:

Heybet-i aşk urdı Yahyâ ağzına mühr-i sükût
Yâr bildi hâlini takrîre hâcet kalmadı

(Aşkın heybetiyle Yahya ağzına sessizlik mührünü vurdu / Yâr ise bildi hâlini, ifade etmeye gerek kalmadı)

Bilmedügün sözi takrîr eyleme
Hâb-ı nâ-ma’lûmı ta’bîr eyleme
Varuben bir kişiden işitmedin
Gel kelâmullahı tefsîr eyleme

(Bilmediğin sözü söyleme / Bilinmeyen bir uykuyu, rüyayı tabir etme / Bir kişiden işitmediysen / Gel Allah'ın sözünü tefsir etme)

Kurre/kurret kelimesi de aynı kök üzeredir. "Parlaklık" manasına gelmektedir; kurretü'l ayn yani göz aydınlığı tamlamasıyla da Türkçe'de çokça kullanılır. Kelime, Furkân sûresi 74. âyet ile Taha sûresi 40. âyetlerdeşöyle geçer:

"Vellezîne yekûlûne rabbenâ heb lenâ min ezvâcinâ ve zürriyyâtinâ kurrate a'yüniv vec'alnâ lil müttekîne imâmâ"

(Onlar, "Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah'a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle" diyenlerdir)

"İz temşî uhtüke fetekûlü hel edüllüküm alâ men yekfuluhu fe raca'nâke ilâ ümmike key tekarra aynühâ ve lâ tahzene"

(Hani kız kardeşin Firavun ailesine gidiyor ve "size onun bakımını üstlenecek kimseyi göstereyim mi? " diyordu. Derken, gözü aydın olsun, üzülmesin diye seni annene döndürdük)

Ümmî Sinân'ın bir beytinde kelime şöyle geçer:

Alup dizinde birini öpüp gözinde birini
Dimişdün kurretü’l-‘aynî Hasan ile Hüseyin şâh

Türkçedeki müstakır kelimesi de aynı kök üzeredir. "Düzenli bir şekilde devam eden, bir karar üzere olan, değişmeyen, sâbit, istikrarlı" manasına gelen kelime, Nâmık Kemal’in bir beytinde şöyle geçer:

Değişmez fen mi vardır müstakır eşyâ mı kalmıştır
Delîli sâbit olmuş binde bir da’vâ mı kalmıştır

"Düzenli bir şekilde devam eder duruma gelmiş, bir karar üzerine olan, dengeli, istikrarlı; durulan, yerleşilen, karar edilen yer, durak, karargâh" manasındaki müstakar kelimesi de aynı kök üzeredir. Kelime, Hûd sûresi 6. âyette şöyle geçer:

"Ve mâ min dâbbetin fil erdı illâ alellâhi rizkuhâ ve ya'lemü müstekarrahâve müstevdeahâ küllün fî kitâbin mübînin"

(Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a âit olmasın. Her birinin dünyada duracakları yeri de, öldükten sonra emaneten konulacakları yeri de o bilir. Bunların hepsi açık bir kitaptadır)

Kelime, Nefî'nin Vezir-i Âzam Nasuh Paşa'yı övdüğü bir beytinde şöyle geçer:

Gedâya künc-i deri müstakarr-ı câh ü celâl
Fakîre hâk-i rehi kîmyâ-yı nâz u naîm

(Dilenciye, yücelik ve makam yeri deri bir köşe / Fakire nimetlenilen naz kimyası ve yolunun toprağı)

Mukarrer kelimesi de aynı kök üzeredir. "Hakkında karar alınmış, karar verilmiş, kararlaştırılmış; olacağı veya yapılacağı şüpheye yer bırakmayacak şekilde kesinleşmiş, kesin, şüphesiz, muhakkak; ifâde edilmiş, anlatılmış, bildirilmiş, takrir edilmiş; Osmanlı devlet teşkîlâtında bir yıllık sözleşme yapılarak işe alınan memurlardan hizmeti beğenilenlerle sözleşme süresi dolmadan yeniden mukâvele yapılmış olanlara verilen isim; Osmanlı mâliye teşkîlâtında yeniçeri odalarına üç ayda bir dağıtılan ulûfe ile birlikte gönderilen 300 akçe tutarındaki ek ödeme" gibi manalara gelen kelime, Ümmî Sinân bir, Azmizade Hâletî'nin de iki beytinde sırasıyla şöyle geçer:

Seni her kim sever geçmek varından
Mukarrerdür mukarrerdür mukarrer

(Seni her kim severse varlığından geçmesi / Kesindir, şüphesizdir, muhakkaktır)

Çünki düşdüm ‘ışka öldürmen mukarrerdür beni
Ya firâkunla gam u mihnet ya vaslunla sürûr

(Aşka düştüm, öldürmen kesindir beni / Ya gam ve mihnetin ayrılığıyla ya da kavuşma sevinciyle)

Hastesin görmez mukarrer olmayınca ölmesi
Son nefesde gösterür mir’ât-ı ruhsârın hemân

(O sevgili hastasının ölmesi kesin olmadıktan sonra onu görmez / Güzelliğinin aynasını ancak son nefeste gösterir)

Mukarrir kelimesi de aynı kök üzeredir. "Bir konuyu, bir maddeyi açıklayarak anlatan, ifâde eden kimse; karâra varan, kararlaştıran kimse; medreselerde müderris yardımcısı; Ramazanlarda pâdişâhın huzûrunda Kur’ân-ı Kerim âyetlerini tefsir eden ve yaptığı tefsirle ilgili soru ve îtirazları cevaplandırmak sûretiyle ders veren müderris, huzur hocası" manalarına gelmektedir.

Karîr kelimesi de aynı kök üzeredir. "Sevinmiş, memnun, mesrur" manalarına gelen kelime Nev'îzâde Atâî'nin bir beytinde iştikak sanatı da yapılarak geçmektedir:

Gubâr-ı makdeminden dîde-i behcet karîr oldı
Karâr itdi dil-i şûrîde-hâtır cân-ı her-câyî

(Gelişinin tozundan göz aydınlığı, sevinç oldu / Kararsız cân, perişan gönül karâr etti)

Makar kelimesi de aynı kök üzeredir. "Durulan, karar kılınan yer; oturulan yer, mesken, ikâmetgâh; merkez, başşehir, pâyitaht" manasına gelen kelime, Şeyhulislam Yahya'nın bir beytinde şöyle geçer:

Makârr-ı şah-ı aşkun olalı dil bî-karâr oldı
Süleymân seyr içün tahtına gûyâ kim süvâr oldı

(Aşkının pâyitahtında olalı gönül kararsız oldu / Güya Süleyman'ın tahtına dolaşmak için binici oldu)

Mukır(r) kelimesi de aynı kök üzeredir. "Gerçeği yâhut suçunu bütün açıklığıyla dosdoğru söyleyen, ikrar ve îtiraf eden kimse" manasına gelen kelime Ahmedî'nin bir beytinde şöyle geçer:

Çünki 'aybuma mukırram hergiz inkâr itmezem
Bana yog-ısa bu halkun bâri ikrârı n’olur

(Ben ayıbımı itiraf ediyorum, asla inkâr etmem / Bana yok ise bu halkın tasdiki öyleyse ne olur)

"Sırça, şişe" manasına gelen kârûre kelimesi ile "yeryüzünün denizlerin dışında kalan kısmı, toprak" manasındaki kara kelimesi de aynı kök üzeredir. Kelime Mehmet Âkif'in Çanakkale Şehitlerine şiirinde şöyle geçer:

Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya

Son olarak "Havadaki su buharının donmasından meydana gelen ve yağmur gibi yağan hafif beyaz tâneler; bu tânelerin yerde birikmesinden meydana gelen beyaz tabaka" manasına gelen kar kelimesiyle Vankulu Lügati'nde geçen "soğuk nesne" manasındaki "el-karru" ve "soğuk, berd" manasındaki "el-kurr" arasındaki benzerlik de şaşırtıcıdır. Kelime, Cenâb Şahâbeddin'in Elhân-ı Şitâ'sında şöyle geçer.

Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş
Eşini gâib eyleyen bir kuş
gibi kar
Geçen eyyâm-ı nev-bahârı arar.

(Bir beyaz titreyiş, bir dumanlı uçuş / Eşini kaybeden bir kuş gibi kar / Geçen ilkbahar günlerini arar)

Yukarıdaki bütün bu kelimelerin, tanımların ve örneklerin Türkçede kullanılıyor olması, sözlüklerimizde misalleriyle geçmesi, edebî bir lisana katışması rastlantı değil; tarihin bir döneminde, bir milletin verdiği izzetli bir karârdır.

Bunu ikrâr edemeyen akademisyenler, edebiyat fakültelerinde öğrencilere Dîvân Şiiri'nin kaynaklarından birinin de Kur'ân-ı Kerîm olduğunu söylerken o dilin kaynağının ne olduğunu sumen altı etmek için de yedinci, sekizinci yüzyıllardaki dikili taşları (kitâbe değil) gösterirler. Çünkü Türkçeye dâir gelecek tehlikeli sorudan kaçarlar.

Türkçe'nin bir Kur'ân dili olması kimlerin, niçin zoruna gitmiştir ve gitmektedir?

"Bir kararda bir Allah" diyen insanların, henüz yeryüzüne halife olarak gelmeden İlâhî çağrıya verdikleri cevap "belî" ikrârı idi. Bu ikrârın îcâbı olan hilafet, her müminin taşıdığı en yüce vasıftır.

Nebî-yi Muhterem bütün insanlara kurretü’l-‘ayn (göz aydınlığı) olarak gönderildiğinde, müşriklerle anlaşmayıp çok sevdiği Mekke-yi Mükerreme'yi kendine makar kılmamıştır. O, Medîne-i Münevvere'ye meşakkat dolu hicretle takarrür edip ümmetin kurtuluş karargâhını burada binâ ettikten sonra, neyin üstünde sebat ve istikrar gösterilmesi gerektiğini sahabelere bizzat takrîr etmiştir.

Dünyada değişmez, müstakar denilen hükümdarlıklar, bu tarihten sonra pâyimal olmuştur.

Bugün kendini ilah konumunda gören dünya iktidar odaklarınca, her şeyin piyasa ekonomisi lehinde değişeceği, hiçbir şeyin piyasanın aleyhinde işlemeyeceği mukarrerdir. Onların sâbit ve değişmeyen, yahut kendi kontrollerinde değişen, müstakır, istikrarlı düzenlerinin üzerine birgün beklenmedik bir kar yağdığında küresel sistemleri ne olur?

Türk milleti, Medîne-i Münevvere'de kurulan İslam devletinin en son ocağı olacağının kararını İstiklâl Harbi'yle ortaya koyarak bu toprakların, İslam’la hükmedecek Hakk'a tapanların makarrı olduğunu dünyaya ilân etmiş; böylece dil ile ikrâr, kalp ile tasdîk etmenin millet seviyesinde nasıl olması gerektiğini küfre karşı göstermiştir. Ne var ki sonrasında Türk milleti, en kararlı olduğu dilinde bile bî-karar duruma düşürülmüştür. Dilinde bî-karar kılınan bir milletin ise hiçbir alanda istikrârı temin etmesi mümkün görünmemektedir.

Şimdi, her zamanki gibi vatan sathında insanların dil ile ikrâr, kalp ile tasdîk seviyelerinin ne duruma geldiği gözlerden ırak tutulurken seçimler üzerinden ölçüsüz, kararsız müsrif belediyelerin çeşitli kurtuluş reçetelerini dinleyerek bir karar vermemiz isteniyor.

Ama kimin kararını? ..


#

Yorumunuzu Ekleyin

Adı-Soyad
E-Posta
Yorum
İşlemin Sonucu
  • Yorumlar T.C. Yasalarına aykırı olamaz.
  • Hakaret içeren yorumlar, yayınlanmasa bile yasal mercilere iletilebilir
  • KVKK Kapsamında, bilgileriniz, yasal merciler hariç kimseyle paylaşılmaz.
  • Formda doldurduğunuz bilgiler ve IP adresiniz sisteme kaydedilir.
  • Yorumunuz onaylanıp yayınlandığında, sadece yorum, isim ve yorum tarih saati gösterilir.
Yorum Ekle

Yorumlar

Ahi Naci İşsever
12.02.2019 / 11:52:35
Sizin işiniz de zor. Aktüel kalıp, "günlük olaylara mı yüklenmeli yoksa Hadis Kitablarına yaslanıp, İLMÎ havalara girip kâmil mi kalmalı. "Karışık pilav" Taraklının çeşnisi değil. Ahi Naci İşsever.
Ahi Naci İşsever
12.02.2019 / 11:52:35
Sizin işiniz de zor. Aktüel kalıp, "günlük olaylara mı yüklenmeli yoksa Hadis Kitablarına yaslanıp, İLMÎ havalara girip kâmil mi kalmalı. "Karışık pilav" Taraklının çeşnisi değil. Ahi Naci İşsever.

YAZARIN SON YAZILARI

Üçyüzaltmış Derece Halk

Üçyüzaltmış Derece Halk

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...
Meymenetsiz Ticaret, Maymunlaşan Siyaset (52)

Meymenetsiz Ticaret, Maymunlaşan Siyaset (52)

Mustafa Özbilge'nin yeni yazısı yayında...
Yok!

Yok!

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...
Ya Dış Mihrak Dedikleri İçleriyse (51)

Ya Dış Mihrak Dedikleri İçleriyse (51)

Mustafa Özbilge'nin yeni yazısı yayında...
Acılarımız Hafifledi

Acılarımız Hafifledi

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...
Dünya Bir Oda

Dünya Bir Oda

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...

GENEL BİLGİLER

Taraklı

Taraklı

Taraklı Nerede, Taraklı'nın tarihi ve coğrafi özellikleri
Taraklı Otobüs Saatleri

Taraklı Otobüs Saatleri

Ağustos 2023 Güncel Taraklı - Sakarya Otobüs Kalkış Saatleri, Taraklı Otobüs Saatler 2021, Taraklı Otobüs Tarifesi, Taraklı Sakarya ilk otobüs ne zaman? Taraklı - Sakarya Son Otobüs Ne zaman? Sakarya Taraklı İlk Otobüs Ne Zaman, Sakarya Taraklı Otobüs Saatleri, Taraklı Koop Otobüs Saatleri
Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'ya geldiğinizde gezilecek yerler neresidir? Taraklı'nın en popüler gezilecek yerleri yazımızda.
Taraklı Termal Turizmi

Taraklı Termal Turizmi

Taraklı'da termal turizmi, Türkiye'deki belli başlı noktalardan biri haline gelmiştir.