Umutla Yaşam Arası: Ölüm
Eski Cami'nin avlusunda,
Hasıra sarınmış bir adam yatardı.
Hasırın deliklerinden gecenin soğuğu
Sabahın ışıklarına dek ısırır dururdu.
Merhametin meraklı adımları mıydı
Onu bize gösteren?
Ne Sinagog'un akıbeti,
Ne Darulhadis'in çiçekleri...
Kaleiçi'nde, güvercin balkonlu bir evde
Bırakırdık üstümüze çöken yorgun serinliği.
Yorgunluk, her gece yürümek ve düşlemekti,
Yakın ve uzak duran bizdeki geleceği...
Ben uzaktan ve gerçek olmayandan yanaydım.
Yakın olanda bir caydırıcılık vardı.
Tekliflere, pazarlığa, güne bakan taraflara
Ağır, kapalı kapılarla cevap veren
Kibirli bir Arasta, kesat bir Bedesten'dim.
Sen yakınlara kestirmiştin gözünü,
Gerçeğe, çevreye, hemen bugüne…
Olacak ve olabilecek bir şeyler geçiyordu zihninden.
Dokunabileceğin kadar yanındaydı her şey.
Balıkpazarı'ndan Saraçlar'a doğru
Sesini duyurmak belki kolaydı.
Selimiye'nin şerefesinden neyi seyrettik?
Görebildik mi, bilebildik mi yatışmayan taraflarımızı?
İnsan, bildiğimiz insan değildi.
Şehrin manzarasına okunmuyordu ezan.
Oysa aşağıya, Bostanpazarı'na bir inebilseydik.
Pusulayı meyhaneciden alsaydık da
Döne döne bir inebilseydik...
Sezâî Baba gösterecekti bize,
Uzak nedir, yakın nedir,
Bugün, yarın, gerçek nedir?
Meriç'in rengi yaşamdı,
Tunca'nınki ölüm.
İnsanlar daha çok Meriç'te öldüler,
Umutla yaşam arası,
Sessizce gömüldüler...
Köprünün altından köpük köpük,
Rayların üstünden titreyerek geçti zaman.
Sazın teli, kubbesinde Mezitbey’in
Asılı kaldı.