Taraklı Yalın Ayak Necati Amca
Yeniköylü Ayakkabıcı Necati amca vefat etmiş. Taraklı’nın son terzilerinden sonra, son ayakkabı tamircisi de ebedi âleme göç etti. Mevla rahmetiyle muamele eylesin.
Bizim evin önü Yunuspaşa Çarşısı, arkası Orhangazi Çarsısı’dır. Necati amcanın dükkânı hemen arkamızda kalır. Bütün çarşı komşumuzdur, ama Necati amca yakın komşudandır. Onun esnaflığından uzun uzun bahsetmeyeceğim. Daha çok başka bir yönü üzerinde durmaya çalışacağım.
Oğulları Ali ve Mustafa abilere zanaatının inceliklerini öğretse de şu saatten sonra şartlar, dükkânın açık tutulmasına ne kadar müsaade eder bilinmez. Gerçi abisinden, ablasından arta kalan ayakkabıyı şimdi kim giymek istiyor? Küçük tamiratlarla ömrü uzatılan, yenilenen ayakkabıya bugün kim iltifat ediyor?
Oysa çocuğun ayakları durmaksızın büyür. Birkaç ayda bir ayakkabı almanın imkânı yoktur. Bir zamanlar küçülen ayakkabılar, kardeşlerin arasında tedavül ederdi. Amca, teyze, hala çocukları arasında da tesanüd denilen kavrama karşılık gelen bir mübadele işlerdi. Tabii her seferinde yıpranmış ayakkabıların Necati amcanın elinden bir kez geçmesi âdettendi.
İç taban mutlaka değişirdi. Taraklı’nın içe işleyen soğuğuna karşı, ayakkabının içine kalın keçe koyulmazsa o ayaklar zaten üşürdü. Dikişler yenilenir ki su geçirmesin botlar. Boya, cila derken Necati amcanın elinde, çocuk gözünde, bir mucize gibi her şey bir anda olup bitiverirdi. Okulda arkadaşların: yeni mi bu ayakkabı, dediklerinde; evet, yeni desen hiç de yalan sayılmazdı. Yeni ayakkabının parlaklığı, Necati amcanın eski ayakkabıya çektiği ciladan sonra sönük kalırdı.
Hasbelkader önüne düşen topa, okul ayakkabısıyla gelişine vurduysan, o ayakkabının burnu açıldıysa, korkmana hiç de gerek yok. Paran olsun olmasın, Necati amca, kimsenin ruhu duymadan, evden azar işitmeden bu kusuru itinayla kapatırdı. Fakat asıl mucize, Necati amcanın elinden çıkan işte değil, onun tavrından süzülürdü.
Romanlarda okuduğumuz eski İstanbul esnafının zarafetini nereden talim etmişti bu Yeniköylü esnaf? Bir çocuğa: “Mustâfendi buyrun! Hallederiz. Sen otur, şu terlikleri giyiver. Bir çay söyleyeyim hemen.”
Normalde esnemez bir kâidedir, esnaf dükkanında çok oturulmaz, kahvehane değildir orası. Kendini çok rahat hissetmezsin işinin olmadığı yerde. Ama Necati amcanın tatlı dili, yapmacıksız güler yüzü, bir vakit sonra sana mekânı unutturur. Bir de bakmışsın iş bitmiş, mucize gerçekleşmiş, hatta başka ayakkabıları da birbiri ardınca aradan çıkarmış Necati amca.
Zanaatından, esnaflığından pek bahsetmeyeceğim, başka bir yönünü anlatacağım derken yine değinmeden edemedim onun bu değerli tarafına. İnsan işinden belli olur derler. Türk esnaf teşkilatının temeli olan âhiliğin temel kaynağı olan fütüvvetnamelerden biliyoruz ki cömertlik, yardımseverlik, ehliyet, emniyet, kimseyi azarlamamak, kötülüğe iyilikle mukabelede bulunmak, her gelen ve gideni Allah’ın takdiri bilmek, kul hakkına dikkat, başkasının kusur ve ayıplarını bırakıp kendi kusurlarıyla meşgul olmak, yaptığın herhangi bir iyilikten karşılık beklememek… bütün bunları kavliyle ve haliyle yaşamaya cehd etmiş bir esnafı daha kaybetmenin hüznünü derinden yaşıyoruz.
Necati amcanın, canlı, parlak kırmızı çehresi; beyaz kıvrık uzun sakallarıyla çevriliydi. Yaklaşık yüz yirmi kiloluk bu yaşlı adamın beni ve muhtemelen şahit olan herkesi şaşırtan bir özelliğinden bahsetmek istiyorum. Sadece çalışmakla değil, soyundan gelen bir aktarımla ancak açıklanabilecek bir kuvvetteydi o. Fakat ilerlemiş yaşına ve ağır kilosuna nispetle yapılması mümkün olmayacak bir işe her cenaze merasiminde en önde atılırdı.
Belediyeler, cenaze işlemlerinde birçok şeyi, cenaze yakınlarına ihtiyaç olmaksızın yapıyorlar. Alıyorlar, yıkıyorlar, kefenliyorlar, taşıyorlar, mezar tahtasını, tuğlasını bile kabristana kadar getiriyorlar vs… Ancak herkes kendi yakınını mezara indirmek isteyeceğinden, bu noktada müdahale etmiyorlar.
Mezara en az iki kişi inmeli, mevtayı tutup yerine yerleştirmeli. Sonra içerde bir kişi kalıp mezar tahtalarını veya tuğlaları, köylerde ise kerpiçleri uygun bir şekilde mevtanın yanı başına istiflemeli. Kürek atmak deyip geçmeyin. Hayatında eline kazma almamış adamı, üç kürekten sonra bir seyredin.
Hayattan konuşacaksak ölümden de konuşabilmeliyiz. Ölümü göz ardı eden bir hayattan bahsetmek gecesiz gündüzden, nihayetsiz bir başlangıçtan bahsetmek gibidir. Modern hayat, ölüyü değil; ölümü gömerek iş görmeye çalışıyor. Bütün yapıp etmeler, ölümün nezareti olmaksızın gerçekleşiyor.
İnsanlar mezarlıkta ölülerine ne yapacaklarını bilmiyor. Herkes birilerinden bir şey bekliyor. Belki de Hz. Adem’in oğlu Kabil’in, kardeşini gömmek için kargadan yardım alması gibi şaşkın bir şekilde etrafa bakar duruma geldik. Ayakkabıcı Necati amca, tam da burada ortaya çıktı hep. Ölümün hayatın berisinde olduğunu buradan gösterdi bize.
“Bir kimse kardeşinin yardımında bulunduğu sürece Allah da muhakkak o kimsenin yardımında olur” hadis-i şerifine binaen Necati amcayı ne kadar cenazede gördüysem, mezarın içerisine âdeta sevgilisinin kucağına atlamaya can atan bir âşık gibi atlardı. Güçlü pazılarını gösteren beyaz tertemiz gömleği, ütülü pantolonu, ayakkabıları; çamur, toz ve toprağa bulanırdı. Yeni kazılmış rutubetli toprağın içerisinde kan ter içerisinde kâh mevtayı yerine yerleştirir, tahtaları dizer, kâh kazma kürekle toprak atar, taş dizer. Mezarlıkta bile konforundan ödün vermeyen, köşeye çekilmiş güneş gözlüklülere; ruh ve bedeniyle, tam da yerinde, mezarın içinden ibretlik bir hayat dersi vermekteydi o.
Tamir kelimesinin kökü ömür’dür. Bozulan bir şeyi atıp yenisini almaktansa onu tamir ettiririz ve eskinin ömrüne ömür katarız. Eskiyen ayakkabılarımızın ömrü, ayakkabıcı Yeniköylü Necati amcanın ömrüne bağlıydı. İşte Taraklı, böyle gönül mimarlarıyla imar edilmiştir. Ümranı başka yerlerde değil, bu hayatlarda ve şahsiyetlerde aramalıyız. Allah onun ahiretini mamur eylesin.