Mustafa Özbilge Mustafa Özbilge Dıngılım

Emsalimiz Olmayanlar Misalimiz Olamaz (25)

Mustafa ÖZBİLGE'nin yeni köşe yazısı yayında.
Yayın: Güncelleme:

Klasik Yunan mitolojisinde tanrılar evreni değil, evren tanrıları yaratmıştır. Evrenin uçsuz bucaksızlığına karşı onlar daha çok Yer’in her halinden bir pay kaparlar. Kimi göklere (Zeus), rüzgâra (Boreas/Bora), denizlere hükmeder (Poseidon/Neptün); kimi yer altına (Hades), yer üstüne, ürünlere (Demeter) hükümferma olur. İnsan da hep işin içindedir. Cismen olmadığı zamanlarda bile insan ruhunun birçok özelliğini birçok şekilde tanrılarda görürüz.

Bunun bir öncesi de var, Kaos. Bir kargaşa, karışıklık içerisinde her şey. Düzen yok. Varlık, keşmekeş içinde. Evrenin doğum sancısı Kaos’ta beliriyor.

Yer (Gaia), bir istinatgâh olarak Kaos’tan doğuyor. Yerin göğe, olmak için ihtiyacı var. Onu arıyor besbelli. Aşkın yani Eros’un varlığı, bunu mümkün kılacak güç. Gök yani Uranüs doğuyor bu kuvveden.

Tanrıların babası olan titanlar, işte yer ve göğün birleşmesinden zuhur etmekte. Gök (Uranüs), çocuklarından/titanlardan hoşlanmıyor. Bir bir kaybediyor onları karanlıklarda. Belki de biliyor içlerinden biri tarafından tenasül uzvunun orakla biçileceğini.

Kronos, diğer bir adıyla Satürn; annesi Gaia’nın teşvikiyle bir kuru ekin gibi biçti babası Uranüs’ü. Aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit’in, Kıbrıs dolaylarında denize düşen bu kesik uzuvlardan köpük köpük doğması da ilginç.

Kronos, babasını biçerek bir nevi titanların soyunu kurtardı. Fakat o da babasına benziyor. Doğan her bir çocuğunu yutarak yok ediyor. Zamanlar arasında yolculuk yapabilen Kronos ve kronoloji/zaman kavramı arasındaki benzerliğe dikkat etmeliyiz. Zaman çocuklarını bir bir yiyor.

Biliyor çocuklarının birisi tarafından iktidarının kesileceğini. Nasıl ki keskin bıçkısı, babasının iktidarını cesurca kestiyse öyle… Yunan mitolojisindeki yazgının önemi çok sık karşımıza çıkacak. Bir kader ki onun, olaylar üstündeki hükmü pek değişmez. Sınır dediğimiz, bizi birbirimize ve tabiata zarar vermeden yaşatacak kavramın, çeşitli şekillerde belirginleşmesi, yazgıda okunur.

Kronos’un çocuklarını yutmasına karşı birgün Zeus’un annesi Rhea, büyükçe bir taşı, beze sararak yeni doğmuş bebek niyetine baba Kronos’un kocaman ağzına atıp ona yutturuyor. Böylece babasına boyun eğdirecek güçlü Zeus, gizlice İda (Kaz) Dağı’nda, perilerin (Nympha) nezaretinde, efsanevi keçi Amaltheenin kutsal sütü ve tanrıların yiyeceği nektarla besleniyor.

Tanrıların yaşamı ormanda gizli saklı büyüyen Zeus’a bağlıydı. Zeus (Jüpiter), olgunlaşınca kardeşleri olan tanrıları babasından kusturarak çıkardı. Tanrılar ve titanlar arasında, cehennemi bile titreten savaşın sonunda, elinde zafer yıldırımı olan Zeus, titanları tepelemesini bildi. Tanrı dağı olan Olympos’a oturduğunda, kâinat da artık kaostan kurtulmuş, düzenini bulmuştu.

Prometheus, tanrılardan güçlü olmasa da onlardan daha zeki bir titandı. İsminin kökeni bile buna işaret eder (pro-önce, metheus-bilen,öğrenen), önceden öğrenen. İnsanı, tanrıların başına o bela etti. Hayvanların pençesi, boynuzu, zehri, dişleri… çok güçlü silahları vardı; ama insanın aklı hepsine bedeldi. Ateşi sundu insana, tanrısal aklı… Ataları titanlara, tanrıların yaptıklarının bedelini, yaratacağı insan üzerinden bir bir ödetmek niyetinde miydi? Promete’nin ileriyi gören bilgisinden Zeus bile çekiniyordu.

İnsana amansız bir bela olacak ilk kadını, Pandora’yı yarattı Zeus. Hephaistos, diğer bir adıyla Volkan; karısı Afrodit’in kusursuz vücuduna benzer bir biçimde şekillendirdi Pandora’yı. Hıyanet ve aldatıcı birçok söz yerleşmişti Pandora’nın kalbine. Promete’nin insanı, Pandora’nın eline verilen esrarlı kutunun mahiyetinden habersizdi. Kutu açıldı ve ne kadar kötülük, hastalık ve bin türlü felaket varsa dünyaya oradan yayıldı. Pandora’nın kutusu nihayet kapansa da ümit dışarı çıkamamıştı.

Promete ise ateşi çalıp insana vermesinin cezasını Kafkas Dağları’nın zirvesine bağlanarak çekti. Onu tanrıların en çirkini olan Hephaistos’un eliyle yüksek bir kayaya çaktırdı Zeus. Her gün büyük bir kartal Promete’nin ciğerlerini yiyordu. Ciğer, ertesi güne kadar iyileşiyorsa da kartal yine gelip aynı işkenceyi sivri gagası ve keskin pençeleriyle yapmaya devam ediyordu. Onu bu ıstıraptan Zeus’un oğlu güçlü Herakles (Herkül) kurtardı.

Zeus’un birçok kadınla ilişkisi vardı. Tanrılar bir şekilde insanlarla, perilerle çiftleşip ırkın kalitesini arttırmaktaydı. Yoksa Herakles gibi üstün varlıklar, sıradan insanların sülbünden nasıl çıkacaktı? Bir oyunla Herakles’in annesini de ele geçirmişti Zeus. Herakles, dünyayı kötülüklerden arındıracak inanılmaz kuvvet ve cesaretin timsaliydi. Dede Korkut’taki Deli Dumrul gibi saf, Deli Dumrul gibi güçlü ve Deli Dumrul gibi ölüme meydan okuyan vicdan... Üç başlı, yılan kuyruklu Kerberos’u, Lerne Ejderi’ni, Nemea aslanını, savaşçı Amazonlar’ı, insan eti yiyen vahşi atları ve daha neleri alt etti Herakles. Günahlarının kefaretini en çetin zorluklara bağlayan dev; yeri geldi aşkın, Omphale’nin esiri oldu. Promete, ne kadar akıllıysa Herakles de o kadar kafası çalışmaz; fakat merhametli, cesur bir kahramandı.

Tanrıça Athena’nın kurduğu şehir Atina’ya baktığımızda, savaş tanrısı Athena’nın sadece savaşı değil, barışı da sevdiğini görürüz. Bir elinde kutsal zeytin ağacının dalını, diğerinde mızrağını tutar o. Bu dengeye çok dikkat etmemiz gerekir ki mitoloji dünyasında adalet teması/themesis, hep bu şekilde karşımıza çıkacaktır.

Bir elinde kılıç, diğerinde terazi… Adalet tanrıçası Themis, tanrısal adaletin, yasanın, örfün temsilcisidir. Themis öfkelenmez, gazap etmez; cezalandırıcı değildir o. Sükûnetle karşılar haksızlıkları. Adaletsizlik yapıldığında, devreye Nemesis girer, yani nomos/namus, insani yasa. İnsana müstahakkı, bu intikam tanrısı, Nemesis’in eliyle verilir.

Güzele çirkin, çirkine güzel dersen adaletsizlik yapmış olursun. Tanrılar da seni Eşek Kulaklı Midas yaparlar. Apollon ve Pan arasındaki çalgı çalma yarışmasında yargıç olarak Midas seçildi. Midas, doğruluk tanrısı Apollon’un etkileyici lirine karşılık Pan’ın oynak havalarını beğenmekle işte bu adaleti çiğnedi. Midas’ın sanattan anlamayan kulaklarını da eşekkulağı yaptı Apollon.

Midas’ın saçlarının arasında gizlediği bu çirkin kulaklarını sadece berberi bilmekteydi. Dayanamadı bu sırrı içinde tutmaya berber. Bir çukur kazıp içine söyledi gerçeği: “Kral Midas’ın kulağı, eşekkulağı!” Çukurun yanındaki sazlıklar da yel estikçe tekrarladı bu gizli sözü: “Kral Midas’ın kulağı, eşekkulağı!”

Tuttuğu her şeyin altın olmasını isteyen Kral Midas, dileğini yerine getiren bağbozumu tanrısı Dionysos’a karnı acıkınca yalvarmak zorunda kalacağını düşünmedi. Hırsı, ona altını yiyemeyeceğini unutturdu. Dionysos; yaşam sevincini, umudu ve barışı, insanları bir araya getiren eğlenceyi, tiyatroyu, şarabı temsil ederdi. Oysa bunlar tamah değildi; varlığı duyuran, acıyı unutturan sebeplerdi.

Aç gözlülüğün kendisi en büyük cezadır tanrılar için. Bereket tanrıçasının ormanındaki kutsal meşe ağacını kesen ahlaksız Erysikhton’u yatışmaz bir açlığa mahkûm etti tanrıça Demeter. Erysikhton, bütün servetini yedi fakat midesindeki zehirli açlığı doyuramadı. Sonunda kendi bedenini de yiyerek mahvoldu. Kızıysa tanrıları dahi şaşırtacak feragatin timsali oldu.

Tanrılara oyun oynamanın cezası er ya da geç verilirdi. Zeus’a ve ölüler tanrısı Hades’e aldatıcı oyunlar oynayan Sisyphus’un cezası, yüksek bir dağın tepesine büyükçe bir kayayı elleriyle iterek çıkarmaktı. Zavallı Sisyphus, kayayı tam zirveye çıkardığı anda, kaya aşağı yuvarlanıyor. Kazandım, başardım derken kaybetmeyi; zaferin zirvesindeyken mağlubiyeti tekrar tekrar duyması isteniyordu. Bu meşakkatli yuvarlayış durmaksızın devam edecekti.

Atlas’ın omuzlarında taşıdığı Dünya da onun külfetli cezasıydı. Herakles’ten başka kimse dinlendiremezdi onu. Yükü ağır bu cezadan, korkunç Medusa’nın kesik başını görüp de dağlara, ormanlara dönüşerek kurtuldu Atlas.

Zıtlıklar, Yunan mitolojisinin ve insanın bariz vasfıdır. Yaşamın karşısında ölüm olmalı, yoksa çekilmez bir hal alır hayat. Tithonos gibi günden güne yaşlanmak, fakat ölememek ne büyük bir keder. Bu sebepten bugün modern tıbbın yılan sembolü ve kahramanı Asklepios, bütün hastalıkları iyileştirmek hatta ölüyü diriltmek gafletinde bulunmakla tanrıların gazabını hemen üstüne çekti.

Kan dökücü Ares (Mars) ile güzellik tanrıçası Afrodit’in sevişmesi, bize her şeyin zıddıyla kaim olduğu sözünü tekrar hatırlatır. Tabii böyle bir zıtlıktan bir uyum, Armoni/Harmonia isimli bir kız da Phobos/Fobi/korku isimli oğul da doğar. Aynı zıtlığı güzel Afrodit’le çirkin Hephaistos’un evliliklerinde de görürüz.

Diğer yandan “Aşk”ın “Ruh”u cezalandırdığı nerede görülmüş? Birbirini tamamlayan iki kavramdır aşk ve ruh. Önce Eros, Psyhe’yi arar; sonra Psyhe, Eros’u. En çetininden bütün imtihanlara göğüs gerer Psyhe. Aşkın aynası, ruhtur. Aşk, ruh ile anlam bulur. Ruh, aşkı içine çektiğinde birlik oluşur. Ruh yoksa aşk anlaşılmaz meçhul bir kavrama dönüşür.

Bu birliğe karşı çıkanı, dengeyi kaybedeni Nemesis fena cezalandırır. Başkalarını sevmeyen kendine tutulsun Narkisos (Nergis). Onun sudaki aksine bakıp kendi güzelliğine hayran olması, sıradan bir bencillik değil, bir tutkuydu. Bir nevi uyuştu, narkozlandı kendi görüntüsüyle. Kendine âşık olan bu adam; eridi çiçek oldu su kenarında. Narsisizmin ne olduğunu nereden bilsin zavallı peri Ekho (Yankı)? Narkisos’un aşkıyla divane olmuş mağaralarda, dağlarda dolaşırken yazgı onu vadilerde tekrar eden esrarlı bir sese dönüştürdü: Ek-ho-ho-o-o…

Keçi ayaklı Pan, güzel peri Ekho’ya tutkundu. Ekho ise yakışıklı Narkisos’a. Ekho’yu paramparça ettiler. Dünyanın her tarafında, vadilerde, kayalıklarda çınladı aksisedası. Pan da ıssız tabiatta esrarengiz sesler çıkararak çobanları, hayvanları, yalnızları korkutmaya; panik yaptırmaya devam ediyor.

Bütün bu mitolojik öğeler, hayal tanrısı Fantasas/Fantazinin uydurmaları yahut uyku tanrısı Hypnos/Hipnosun sayıklamaları ya da rüya tanrısı Morpheus/Morfin’in masalları mı?

Girit’teki meşhur Labyrinthos (Labirent) Hapishanesi gibi mitolojideki unsurların giriftliği de her şeyi birbirine karıştırmamıza, yolumuzu kaybetmemize neden olabilir. Fakat her şeyin üstünde bir kader vardır mitolojide. Kahraman Theseus, Labirent’teki canavarı milleti adına öldürmüş; fakat dönüş yolunda Theseus’un gemisine beyaz yelken yerine kara yelken çekildiği için uzaktan oğlunun gemisini gören Aigeus (Ege), onu Labirent’te öldürüldü zannederek kahredip kendini Adalar Denizi’ne (Ege) atmıştı. Troya Savaşı’nın başkahramanı Akhilleus’un (Aşil) ölümünü de kader, ölümsüzlük nehrinde yıkanmamış bebek topuğuna bağlar. Yüreksiz Paris’in oku, Troya’yı titreten Aşil’in topuğuna değdiğinde, kaderin önüne geçilemeyeceği bir kez daha anlaşılır.

Bazı şeyleri anlamakta ne kadar zorlanırız. Gerçekten de cevabını hiçbir zaman veremeyeceğimiz sorulardır bunlar. Neden bir babanın lanet işleri, Oidipus’a kendi gözlerini oyduracak bir sonuç doğurtur? Böyle yıkımlar içerisindeki Oidipus’un yiğit kızı Antigone’nin fedakârlığı… Paris’in Troya’yı ateşe atması… Troya kahramanı Agamemnon’un karısının ihaneti… Elektra’nın annesini öldürmesi… Çırpınan güzel Kassandra’nın kimseyi inandıramadığı bilgisi… Kendi sonunu bilmesine rağmen çaresizce ölümün kapısından içeri dalması… Bunlar Freudyen psikanalizin ötesinde, insanın yaşayabileceği trajedilerin son noktasına kadar nasıl gidilebileceğinin misalleridir. Bilim, bilmek adına, bunu makulleştirmeye, anlaşılabilir, açıklanabilir kılmaya çalışırken koyduğu sıkı kurallar üzerinden insanın trajediye dair tabii manzarasını bozmuyor mu? İnsanı keskin prensiplerle sıkıştırmıyor mu?

Kral Odysseus’un zorlu yolculuğu ya da Penelope’un gündüz örüp gece söktüğü örgüsü nasıl bir türlü bitmek bilmezse klasik Yunan mitolojinin hikâyeleri de kolay kolay bitmeyecektir. Şefik Can, Azra Erhat, Edith Hamilton ve pek çok kaynaktan meseleye dair bilgiler edinebiliriz.

Yukarıda anlatılan mitolojiye dair kesik kesik parçaları, Kur’ân’dan Türkçeye, Türkçeden Kur’ân’a Kelimeler, başlıklı yazılarımızın yirmi beşincisi olacak “mesel” kelimesine imtisalen vermeye çalıştık. Şimdi ikinci bölümde vereceğimiz kelimelerden sonra, yazının son bölümünde, mitoloji bağlamıyla kavrama daha bütüncül bakabilme imkânına kavuşabilir miyiz, buna uğraşacağız.

Mesel kelimesi, Arapça “bir şeye benzemek, birini andırmak, birini taklit etmek” anlamındaki mesele fiilinden gelir. Kubbealtı Lugatı’nda: “Örnek, benzer, misal, numune; asıl anlamı dışında başka bir şeyi anlatmak için dolaylı ve üstü kapalı olarak söylenen ibret alınacak söz; ders ve ibret alınacak küçük hikâye, fıkra, kıssa; atasözü.” manalarına gelir. Mesela kelimesi ise “Misal olarak, örnek olarak, söz gelişi” olarak kullanılır. Bakara Suresi 17. ayette şöyle geçer:

Meseluhum kemeseli-llezi-stevkade nâran felemmâ edâet mâ havlehu zeheballâhu binûrihim veterakehum fî zulumâtin lâ yubsirûn”

(Bunların meseli şunun meseline benzer ki bir ateş yakmak istedi, vaktaki çevresindekileri aydınlattı, tam o sırada Allah nurlarını gideriverip kendilerini zulmetler içinde bıraktı, artık bunlar görmezler).

Kelime Avnî, Ahmedî, Bâkî, Âşık Çelebinin beyitlerinde kelime şöyle geçer:

Âstânunda nigârı görmesem ye’s itmezem
Bu mesel meşhûrdur kim çıkmaduk cândan ümîd
(Eşiğinde, İstanbul’da sevgiliyi görmesem ümitsiz olmam; çünkü meşhur bir meseldir çıkmadık candan ümit kesilmez).

Ab-ı hayât var-ısa dünyâda fî’l-mesel
Sinün dudagun ola ki âyn-ı şifâ-durur
(Meseldeki gibi dünyada ebedilik suyu varsa; şifanın ta kendisi olan senin dudağındır o).

Derdmend-i ‘aşkunam hâlüm görüp rahm itmedün
Yol olur dilden dile dirlerdi hod vardur mesel
(Aşkının derdindeyim, halimi görüp merhamet etmedin; bir meseldir gönülden gönle yol var derler).

İşigün taşını yasdanmaz olmayan sana ‘âşık
Meseldür kim tabîbâ sag olan baş istemez yasdık
(Sana âşık olmayanlar eşik taşına yaslanmazlar; ey tabib meseldir ki sağ olan baş yastık istemez).

Misil kelimesi de aynı kök üzeredir. “Eş, benzer, mânend; sayılarda kullanıldığında kat.” Misillü ise: “Gibi, benzer, kabilinden” manasına gelir. Türkçe yapım ekleriyle misilleme, misilsiz şeklinde kelimeler de türetilir. Mümin Suresi 40. ayette kelime şöyle geçer:

“Men ‘amile seyyi-eten felâ yuczâ illâ mislehâ”

(Her kim bir kötüIük yaparsa mislinden başkasıyla cezalandırılmaz).

Kelime Ahmedi, Tacizade Cafer Çelelbi ve Gelibololu Mustafa Ali’nin beyitlerinde şöyle geçer:

Yüzün mislini göz görmedi hergiz
Senün bigi ele girmedi hergiz
(Yüzünün benzerini yüz asla görmedi; asla senin gibi ele girmedi).

Bir serv ki yok misli gülistānlar içinde
Yir itdi elif gibi girüp cānlar içinde
(Bir servi ki gül bahçesinde benzeri yok; elif gibi canlar içine girip yer etti).

Gönül bir şāha kul oldı ki anun misli nādirdür
Lebi ihyāya kādirdür gözi cān-küş bahādurdur
(Gönül bir şaha kul oldu ki onun benzeri nadirdir; dudağı diriltmeye kadirdir, gözü can alan savaşçıdır).

Misal kelimesi de aynı kök üzeredir. “Örnek, numune; benzer, gibi, mânend, nazir; rüyâ, düş; pâdişah hükmü ve fermânı; Arapça’da üç kök harfinden birincisi illet harflerinden vav yâhut yâ olan kelime” manalarına gelir. Kelimenin çoğulu olan müsül de Türkçede kullanılır. “Eflâtun felsefesinde ideler sözü karşılığı olarak kullanılmıştır.”

Şeyh Galib ve Ahmedî’nin beyitlerinde kelime şöyle geçer:

Zekât-ı mihri sudan verdi çeşm-i pür-hûna
Misâl-i şebnem o sâhib-nisâb-ı âlem-i âb
(Sevgili, sevgi zekâtını, kan dolu göze sudan verdi; o sevgili, çiğ/şebnem misali, su âleminin nisab sahibidir).

Levhun sahayıfı toludur vasfun eyle kim
Ser-defter-i misâl-durur u safha-i müsül
(Kitabın sayfaları doludur vasfın ile öyle ki misaller sayfası ve misal defterinin başıdır).

Misl kelimesinin çoğulu ve Türkçe’de, daha çok tekil anlamında kullanılan Emsal kelimesi de aynı kök üzeredir. “Eş, eşler, benzer, benzer olanlar; örnek, örnekler, nümûne, nümûneler; yaşıt, yaşıtlar, akran; katsayı.” manalarına gelen kelime; mesel kelimesinin çoğulu olarak: “Geçmişte olan şeyleri nakleden hikâyeler, kıssalar, destanlar.” olarak da kullanılır.

Haşr Suresi 21. ayette kelime meselin çoğulu olarak şöyle geçer:

“Lev enzelnâ hâzâ-lkur-âne ‘alâ cebelin leraeytehu hâşi’an mutesaddi’an min haşyetillâh ve tilke-l-emsâlu nadribuhâ linnâsi le’allehum yetefekkerûn“

(Eğer bu Kur'an'ı bir dağ üzerine indirmiş olsa idik elbette onu Allah'ın korkusundan baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün ve biz o misalleri insanlar için irad ediyoruz, tâ ki düşünüversinler).

Kelime Nedim’in meşhur bir beytinde geçtiği gibi misilin çoğulu da yine onun müstezadında şöyle geçer:

Bu şehr-i Sitanbul ki bî-misl ü bahâdır
Bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedadır
(Bu İstanbul şehri ki paha biçilemez ve benzersizdir; tek bir taşına bütün İran memleketi feda olsun).

Yek-dâne yaratmış seni âlemde efendim
Ey şâh-ı levendim
Halk eylememiş bir dahı emsâlini hâşâ
Allahu teʿalâ
(Efendim âlemde seni bir tane yaratmış; ey yiğit şahım; haşa Allahu Te’alâ benzerini bir daha yaratmamış).

Masal kelimesi de aynı kök üzeredir. Masal, “Kulaktan kulağa nakledilerek zamânımıza kadar gelen ve olağanüstü macerâlarla, kahramanlıklarla süslenmiş olan hayâlî hikâye; öğretici ve öğüt verici çocuk hikâyesi, ahlâkî dersler veren, ibret alınabilen alegorik eser; boş, uydurma, yalan söz” manalarına gelir. Masalcı ise “Masal anlatan kimse”dir.

Âsaf Halet Çelebi’nin bir şiirinde kelime şöyle geçer:

simsiyah saçlı kadın
mariyya
bir masal söyle bana
kan nasıl çıkmadı baştan
o ölen kimdi
mariyya.

Temsil kelimesi de aynı kök üzeredir. “Bir kimse veya topluluk adına davranma; belirgin özelliklerini aksettiren simgesi durumunda olma; kendine mâletme; kitap, resim vb. için kopyasını, nüshasını çıkarma, basma, baskı; benzetme, teşbih; sahne veya radyoda oynanmak üzere yazılmış eser, piyes; benzeşme; alınan besinlerin organizma tarafından ihtiyaç duyulan maddeler hâline getirilmesi, özümleme; söz gelişi, meselâ.” Türkçede temsilî, temsilci, temsilcilik, temsiliyet kelimeleri de aynı köktendir.

Kelime Nedim’in bir beytinde şöyle geçer:

Gerçi İskender olunmaz sana teşbîh ammâ
Yine bir vech ile temsîl ederim ben anı
(Gerçi İskender sana benzetilmez ama yine bir yönden onu sana temsil ederim ben).

Timsal kelimesi de aynı kök üzeredir. Çoğulu temâsil olan kelime, “Resim, sûret, tasvir; örnek, sembol, simge” manalarına gelir. Enbiya Suresi 52. ayette kelime şöyle geçer:

“İz kâle li-ebîhi vekavmihi mâ hâzihi-ttemâsîlu-lletî entum lehâ ‘âkifûn”

(O vakit ki babasına ve kavmine ne bu başına toplanıp durduğunuz temâsîl dedi).

Osman Nevres’in beyitlerinde kelimeler şöyle geçer

Sana timsâl aramak bî-hude ey fahr-i ricâl
Meğer âyînede bulsun sana endîşe misâl
(Ey insanların övüncü, sana timsal aramak boşuna; meğer düşünce gibi âlemde bulsun misal).

Hakîkat âyinesinden olunca ‘aks-endâz
Cemâlin oldu temâsîl-i rû-nümâ-yı vücûd
(Hakikat aynasından aksedince cemalin, varlığın ortaya çıkan timsalleri oldu).

Temâsül, “Benzeme, benzeyiş; kesirsiz olarak bölünebilme, kesirsiz taksim kabul etme; mîrasçı sayısının ve mîrastaki hisseyi ifâde eden sayıların birbirine eşit olması” manasına gelir. Temessül ise “Belli bir şekil ve sûrete girme; bir şey veya kimseye benzeme, uyma; özümleme” manasına gelir.

Meryem Suresi 17. ayette kelime şöyle geçer:

“Fettehazet min dûnihim hicâben feerselnâ ileyhâ rûhanâ fetemessele lehâ beşeran seviyyâ”

(Onlardan öte bir perde çekti derken kendisine ruhumuzu gönderdik de düzgün bir beşer halinde ona temessül ediverdi).

Osman Nevres’in bir beytinde kelime şöyle geçer:

Harâm olur bana mey âb-ı Kevser olsa dahi
Temessül eylemese sâgarımda hubb-ı vatan

(Vatan sevgisi kadehimde temessül etmezse haram olur şarap bana, Kevser suyu olsa bile).

İmtisal kelimesi de aynı kök üzeredir. “Örnek olarak alıp ayak uydurma, uyma, uyulma; boyun eğip itâat etme, emre göre hareket etme”

Osman Nevres’in bir beytinde kelime şöyle geçer:

Ol sînenin harâb ola yâ Rab sarâyı kim
Fermân-ı pâdişâh-ı dile imtisâli yok
(Ya Rab, o kalbin sarayı harap olsun ki gönül padişahının fermanına boyun eğmiyor).

Müsûl kelimesi de aynı kök üzeredir. “Saygı gösterme, tâzim maksadıyle bir büyüğün huzûrunda ayakta durma, ayakta durma merâsimi”dir. İsfahani “Kelimenin asıl anlamı dikilmek, ayağa kalkmak demektir.” der. Mesîl ise “Benzer, şebih, nazir, mânend” anlamına gelir. Müsûl kelimesi bir hadis-i şerifte şöyle geçer:

“Men ehabbe en yemsule lehu rricâlu felyetebevve’ mak’adehu minennâr”
(İnsanların kendisi için ayakta dikilip durmasından hoşlanan kişi cehennemdeki yerini hazırlasın).

Tevfik Fikret’in mısraında ise kelime şöyle geçer:

Tekrîr ederdi sem’-i hayâlimde bî-mesîl
Bir aks-i can-rübâ
(Hayal kulağımda benzersiz tekrar ederdi ruh çeken aksi).

“Örnek edinme, kendine misal tutma” istimsal; “Birbirine benzeme, benzerlik; homoteti” anlamındaki mümaselet; “Benzeyen, andıran, –e benzer, gibi” anlamındaki mümasil, “Birinin şekil ve sûretine giren, kendini ona benzeten; cisim hâline giren anlamındaki mütemessil ve “Aldığı emre uyan, boyun eğen.” Anlamındaki mümtesil kelimeleri de aynı kök üzeredir.

Ahmedî’nin bir beytinde kelime şöyle geçer:

Sultân-ı Mîr Sülman kim lutf u mekremetde
Olmadı olmayısar kimse ana mümâsil
(Cömertlik ve lütufta Mir Sultan Süleyman; ona benzer olmadı, olmaz).

Mümessil kelimesi de aynı kök üzeredir. “Bir kimse veya topluluk adına konuşma, karar verme yetkisine sâhip kimse, temsilci; benzerlerinin ortak vasıf ve özelliklerini yansıtan, kendi cinsinden olanların örneği durumda olan kimse; bir sınıfta disiplini ve okul yönetimiyle olan ilişkileri sağlama, yoklama yapma gibi işlerle görevli olan öğrenci, sınıf başkanı; bir kuruluşu, bir firmayı temsil eden kimse; yayımcı, nâşir, tâbi, editör; bir şeyi diğerine benzeten; alınan besini eriterek vücûda faydalı duruma getiren” anlamlarına gelir. Mütemessil ise “Birinin şekil ve sûretine giren, kendini ona benzeten, onun gibi olan; cisim hâline giren” anlamlarına gelir.

Emsile kelimesi de aynı kök üzeredir. Misalin çoğulu olan bu kelime “Örnekler, misaller; Arapça gramer öğretiminde ilk okutulan ve içinde fiil çekimleri bulunan kitap” anlamlarına gelir. Emsule “Örnek beyit veya ibare”dir. Emsel ise “çok benzeyen” anlamına gelir.

Tâ-hâ Suresi 63. ayette kelime şöyle geçer:

“Kâlû in hâzâni lesâhirâni yurîdâni en yuhricâkum min ardikum bisihrihimâ veyezhebâ bitarîkatikumu-lmuslâ”

(Şöyle diyorlardı: “Bunlar sizi sihirleriyle yurdunuzdan çıkarmak ve tuttuğunuz örnek yolu ortadan kaldırmak isteyen iki sihirbazdan başka bir şey değil)!

Yukarıda aynı kökten gelen otuz civarı kelime verildi. Türkçe sözlüklerde mevcut, Türk şiirinde de kullanılan bu kelimeler; Kur’ân-ı Kerim’de muhtelif şekillerde geçmektedir. Biz şimdi bu kelimelerin yardımıyla genelde mitoloji kavramına, özelde ise Klasik Yunan mitolojisine nazarıdikkat çekip onun bugünkü araçsallaştırılması üzerinden birtakım yorumlara girişeceğiz.

Mythos: masal; logos: söz, anlamına gelmektedir. Mitlerin bilimi denen mitoloji, esasında bir masal mıdır, yoksa bize ders ve ibret verecek hikâye gibi bir mesel midir, tartışmalı. Masal olmadığı; çünkü masal gibi tamamen zaman ve mekândan yoksun hayaller olmadığı söylenmekteyse de mesel gibi kıssadan hisse çıkaracak kısalıkta da değildir. Fakat bütün bu anlatıda temsilî, simgesel bir taraf olduğu kesin. Her bir unsurun, bir milletin düşünce şekline, kutsalına, inancına misal teşkil ettiği görülebilir.

Yunan tanrıları, tavır ve arayışları; şekil ve ruhlarıyla insana çok benzer. İnsanın onları kendine bakarak inşa ettiği bütün davranışlarından bellidir. Bir taraftan kendine mukaddes bir misal arayışıdır bu. Diğer yandan sonraki nesillere anlatılacak ibret dolu meseller manzumesiyle karşılaşırız.

Meseller
, Ömer Nasuhi Bilmen’in tanımıyla birer sıfattır. Geçmiş zamandaki durumları ifade eden acayip hikâyeler. Sıfatın bir ismi (mevsufu) olur. Meseller de gerçeklerin, isimlerin sıfatları gibidir. Klasik Yunan mitolojisindeki saptırılmış her bir anlatıyı; arkasındaki ismi, gerçekleri görmeye çalışarak anlamlandırabiliriz. Bir ismi bilmesek de sıfatı üzerinden onu keşfedebiliriz. Mitolojik ögeler de doğru okumalarla böylece bizi gerçeğe götürebilir. Bu anlatıların, gerçek “isim”leri dikkate alınmaksızın, saptırılmış halleriyle psikiyatride, pazarlamada, popüler kültürde tüketim araçlarına dönüşmesi, küfrün küfrüdür.

Buradaki küfrün küfründen hakikat değil, basbayağı katmerli küfür çıkar. Problem, “küfrün küfrü” icra edilirken bunu geçmiş zamanın küfrünü yâd etmek, canlandırmak, köklere, mirasa sahip çıkmak adına yapılıyor olmasıdır. Oysaki yapılanlar, klasik Yunan küfrünün (hakikati örtmek) de hiçbir şekilde kabullenemeyeceği büyük bir sömürü ihanetiyle sonuçlanmaktadır.

Mitoloji, hayatın açıklanmasında; yaratılıştan günlük hayata halkın kutsal saydığı unsurlara misaller vermeye çalışır. O kutsallar kaybolduğunda; eldeki tabletleri destansı, edebi, estetik birer metin gibi okur geçeriz. Yahut müzelerdeki Roma timsallerinden çıkarmaya çalışırız derin anlamlarını. Peki, modern hayatın neresine tekabül eder mitoloji?

Astronomiden, astrolojiye, coğrafyadan, sanata, bilimin hemen birçok dalında, oyun sektöründe, devlet kurumlarında, popüler kültürün birçok dalında klasik Yunan mitolojisiyle karşılaşırız. Dünyaca ünlü bir kahve şirketinin logosunda bir Siren’in görünmesi ne anlama gelir? Sirenler ki etkileyici sesleriyle gemicileri kayalıklara çekip önce onların gemilerini, sonra da bedenlerini parçalarken bu modern şirketin kendine bir timsal olarak Siren’i seçmesi tesadüf olmasa gerek. Yine dünyaca ünlü spor ayakkabısının logosuna tanrıların ulağı Hermes’in kanatlı sandaletlerini yerleştirmesi nedendir?

Modern zamanlarda, herkes kendi etki alanı içerisinde bir tanrı, bir tanrıça olma iddiasında. Ben tanrıyım, biz tanrıyız demenin farklı bir dili kullanılıyor. Her sektör ve her disiplin, azami güç göstererek sonuçları ne kadar yıkıcı olsa da müstakil tanrılıklarını ilan ediyor. Bunu bazen doğrudan klasik Yunan mitolojisini de araçsallaştırarak onların temsilleri üzerinden yapıyorlar. Bazen de herhangi bir tanrının ismini vermeden doğrudan tanrısal tavırları taklit ederek kendilerini onlara misil gördüklerini işaret ediyorlar.

Tanrıların savaşı, sonuçları itibariyle insanların savaşından daha büyük ve yıkıcı bedeller ödetir. İnsanlar ve tabiat; tanrıların oyuncağıymışçasına oradan oraya savrulur durur. Hatta zamanın tanrıları kendilerini unutturarak insanların ellerine tutuşturdukları çeşitli savaş vasıtalarıyla onları birçok cephede savaştırmaktan haz duyar. İnsan, insanla kendi çıkarları uğruna vuruşmasında hür olduğunu zannederken kendini tanrı görenlerin nesnesi olup onlar adına ölmek ve öldürmekte olduğunu fark edemez.

Allah’ın bize sadece kendisine kul olmamız gerektiğini tekrar tekrar söylemesi, insanlığın düşebileceği korkunç misalin içerisinde alçalmamamız içindir. Sisyphus’un yuvarladığı işkence kayası, insan benliğinde her gün tekrar tekrar sahnelenmektedir. Allah’a kul olunmadığında, tanrılaşmış güçlerin figüranı durumuna düşmek savunmasız ruhlar için çok sıradan bir duruma dönüşür. Allah’a kul olmak onlara karşı verilecek en büyük direnç kararıdır.

Son olarak şunu kısaca tasrih etmek icap ediyor. Kur’ân-ı Kerîm’de anlatılanları eskilerin efsaneleri olarak anlayan kâfirlerin kullandıkları esâtîrü’l-evvelîn tamlaması da bazı açılardan mitolojiye benzemektedir. Kur’ân’nın i’câzı ve Emin Peygamber’in hayatı onların Kur’ân’a bu kavram üzerinden attıkları iftirayı boşa çıkarsa da bugün insanların/ilahiyatçıların bir kısmı, temsilin sınırlarını öylesine genişletmektedir ki onlar Peygamber’in bilinen hayatını (sünnet) göz ardı ederek Kitab’ı sanki bir anlatım sanatının nesnesiymiş gibi gösterme çabası içerisine girmektedir.

Kitab’ın Peygamber’le Peygamber’in de Kitap’la nasıl bir tamlık, tamamlanmışlık arz ettiği gerçeğine muhtelif şüpheler karıştırılarak, Kitap’taki her şeyin bugün yeniden, şartlara, zamana, piyasaya uygun yorumlanması gerektiği iddiası yaygınlaştırılıyor. Gelinmek istenen son nokta, kendilerine tanrısallık atfeden güçlerin önlerinde hiçbir pürüzün kalmaması…

Fertleri birbirine yakınlaştıracak, sevginin iklimini teneffüs ettirecek masal, aile ocağında anlatılmadığı gibi hikmetin meselleri de dikkate alınmadan karambolde bir hayata bırakılıyor çocuklar. Hakikatin temsilleri hayatın içinden bir bir çekilirken yerlerini küfrün timsalleri dolduruyor. Kârın dışında hiçbir değer yargısına bağlı olunmaması gerektiği şartıyla çalıştırılan şirketlerin uzman mümessilleri, düşman firmalara karşı gece gündüz sürekli bir misilleme peşinde, sürüklenmekte.

Bütün bunlara karşı emsali görülmemiş bir misali ufukta beklemek boşuna. Varlık, farklı bir surete temessül etmeyeceği gibi mevcut sapkın timsallere de mümaselet etmeyecektir. Dünkü masallara, misallere, mesellere, temsillere, temâsile nazar-ı rağbet ve ibretle bakıp bakıp imtisal edeceğimiz yegâne Misal’e teslim olmanın çaresine bakmalıyız. Yoksa emsalimiz olmayanlar misalimiz olup bizi öz vatanımızda teslim alacaklar.

#misal #masal #mesel #mitoloji #temsil #timsal

Yorumunuzu Ekleyin

Adı-Soyad
E-Posta
Yorum
İşlemin Sonucu
  • Yorumlar T.C. Yasalarına aykırı olamaz.
  • Hakaret içeren yorumlar, yayınlanmasa bile yasal mercilere iletilebilir
  • KVKK Kapsamında, bilgileriniz, yasal merciler hariç kimseyle paylaşılmaz.
  • Formda doldurduğunuz bilgiler ve IP adresiniz sisteme kaydedilir.
  • Yorumunuz onaylanıp yayınlandığında, sadece yorum, isim ve yorum tarih saati gösterilir.

YAZARIN SON YAZILARI

Üçyüzaltmış Derece Halk

Üçyüzaltmış Derece Halk

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...
Meymenetsiz Ticaret, Maymunlaşan Siyaset (52)

Meymenetsiz Ticaret, Maymunlaşan Siyaset (52)

Mustafa Özbilge'nin yeni yazısı yayında...
Yok!

Yok!

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...
Ya Dış Mihrak Dedikleri İçleriyse (51)

Ya Dış Mihrak Dedikleri İçleriyse (51)

Mustafa Özbilge'nin yeni yazısı yayında...
Acılarımız Hafifledi

Acılarımız Hafifledi

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...
Dünya Bir Oda

Dünya Bir Oda

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...

GENEL BİLGİLER

Taraklı

Taraklı

Taraklı Nerede, Taraklı'nın tarihi ve coğrafi özellikleri
Taraklı Otobüs Saatleri

Taraklı Otobüs Saatleri

Ağustos 2023 Güncel Taraklı - Sakarya Otobüs Kalkış Saatleri, Taraklı Otobüs Saatler 2021, Taraklı Otobüs Tarifesi, Taraklı Sakarya ilk otobüs ne zaman? Taraklı - Sakarya Son Otobüs Ne zaman? Sakarya Taraklı İlk Otobüs Ne Zaman, Sakarya Taraklı Otobüs Saatleri, Taraklı Koop Otobüs Saatleri
Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'ya geldiğinizde gezilecek yerler neresidir? Taraklı'nın en popüler gezilecek yerleri yazımızda.
Taraklı Termal Turizmi

Taraklı Termal Turizmi

Taraklı'da termal turizmi, Türkiye'deki belli başlı noktalardan biri haline gelmiştir.