Paraşütlü Çocuk Laboratuvarı: Gazze
Sevgili dostum şair Faruk Serkan Yılmaz’ın Gazze için yaptığı, sözü bestesi kendisine ait marş formundaki ninni eserini yazımın başında yayımlamama müsaade etmesine müteşekkirim. Bu değerli eserin sözleri ilk defa bir mecrada yayımlanıyor. Umarım kısa bir zaman sonra bestesiyle de insanlar bu eseri dinleyebilirler.
Bebeğim ben ama şimdiden savaş nedir anlarım,
Fosforludur silahlarım bombayla oynarım,
Bilirim ben ablukaları susuzluğu tanırım,
Anne öldü, sular gibi kesildi bak sütü,
Son kez örttü üzerimi sıcacık ölüsü.
Cansız annenin cansız göğsüne umut beslenir mi?
Kanı haramdır bilirim amma ak sütü helal mi?
Bebeğim ben anla dilimden çığlıklarımdan anla!
Aç karnına yakan topla kolaysa sen oyna,
Söyle beni alıp götüren şu kırmızı balona,
Söyle gökler sofrasında olmasın abluka,
Anne gelsin koşa koşa kurulsun soframa,
Sen de bebek dili ile benimle agula.
Postala karşı patiklerim bak yıldızları aştı,
Gazze’de savaş bir bebek işi bu bir bebek marşı.
Alman şair Goethe: “Ömrünün başlangıcıyla sonu arasında anlaşma olan kişi mutludur.” demiş. Başlangıç bebeklik, son ise bazılarında yaşlılıkken bazılarında ölümden bir önceki yaş evresi neresiyse işte o.
Melanie Klein’in “Haset ve Şükran” kitabı elime geçti. Orhan Koçak-Yavuz Erten çevirisi kitabı okurken Gazze’de soykırımın ortasındaki bebekleri, yazarın tezi doğrultusunda yorumlamak zorunda kaldım.
1882 Viyana doğumlu, Yahudi kadın psikanalist Klein, Freud’un takipçilerinden olmakla birlikte temel birtakım yorumlarıyla ondan ayrılmakta. Freud ”benin” baştan beri var olduğunu düşünmemişken yazar ise “benin” doğum sonrası yaşamın başından beri var olduğuna inanıyor. Bebeğin ilk altı aylıkken yaşamındaki duygusal ilişkiye yoğunlaşmakta. Burada nesne ilişkisi kavramının altını çizen yazar, çocuğun memeyle kurduğu bağın sonraki yaşamındaki başat rolü üzerinde duruyor.
Bebeğin, anneyle meme üzerinden kurduğu mutlu bir ilişki varsa sonraki yaşamı boyunca nefret ve kaygıyı bu ilişki hafifletiyor. Bebek, annesinin memesiyle sağlıklı bir bağ kurunca yetişkinlik zamanlarında kayıplara ve yoksunluklara karşı telafiler geliştirebiliyor.
Bebeğin anneyle meme üzerinden kurduğu ilişki yani ilk nesne ilişkisi kötüyse hasetli kişilik henüz bebekken ortaya çıkıyor. Tatmin olması mümkün olmayan hasetli kişinin hiçbir zaman elde edemeyeceği şeyler çoğaldıkça hasedi de artacaktır.
Yazar, çocuğun zihinsel yaşamının ilk dönemiyle yetişkinlerin zihinsel sağlığı arasında köprü kuruyor. Fakat onu diğer psikanalistlerden ayıran yan; çocuk dediği kişilerin bebekler olması. Klein, yaptığı şeyi, arkeologların toprak altında kalmış eserleri gün yüzüne çıkarmalarına benzetiyor.
Bu doğumdan sonra başlayan bir süreç değil, yazar bunu doğum aşamasına hatta anne karnına kadar da götürebiliyor. Eğer doğum problemli geçtiyse mesela bebek için oksijen yetersizliği gibi durumlar söz konusu olduysa memeyle ilk ilişki uygun olmayan şartlarda başlıyor. Bebeğin doyum kaynaklarını bulma ve yaşama yeteneği bereleniyor. Neticede gerçekten iyi olan ilksel nesne (meme)yi içselleştiremiyor.
“Ben” çekirdeğini oluşturan anne memesidir. Klein ben gelişiminde bunun çok önemli olduğunu kitap boyunca hatırlatıyor. “Memenin bebek için sadece fiziksel bir nesne olduğunu kabul etmiyorum. Bebeğin bütün içgüdüsel arzuları ve bilinçdışı fantezileri, sağladığı gerçek fiziksel beslenmenin çok ötesinde bazı özellikler yüklüyordur memeye.”
Klein hasedin; mutluluk ve şükran duyma yetilerinin gelişimi üzerinde etkileri üzerinde duruyor. “Haset, bebeğin iyi nesneyi kurma yolunda karşılaştığı güçlükleri arttırır; çünkü yoksun kaldığı doyumun kendisini hüsrana uğratan meme tarafından alıkonulduğuna inanıyordur bebek.”
Meme, sınırsız süt ve sevgi verebilecek bir kaynaktır; fakat bebek bunları kendi doyumu için alıkonulduğunu sanıyor. Bebeğin gücenme ve nefretindeki artış, anneyle ilişkide soruna yol açıyor. Burada ortaya çıkan hasedin aşırılığı yazara göre paranoid ve şizoid özelliklerin de olağanüstü güçlü olduğunu gösteriyor ki böyle bebekler hasta olarak kabul edilecektir.
Klein, hayatta aşırılıklardan sıyrılmış bir bütünleşme arayışındadır. Öyle ki bu bütünleşme “benin” çekirdeğini oluşturacak sağlam ve köklü bir nesneye dayanacaktır. Sağlıklı olan da budur. Dolayısıyla sadece az süt değil, çok süt de haset edilen bir şeydir. Zamanında ve kararında gelmeyip sonrasında boca edilen süte karşılık haset duygusu ortaya çıkabiliyor. Çünkü bebekte zulmedilme kaygısı var. Her ağladığında süt vermek de yanlış diyor. Çocukken yeterince ağlamalarına izin verilmediği için şikâyet eden yetişkin hastalarından da bahsediyor. Mesele oldukça hassas.
Yazarın tekniğinin odak noktası “kaygı” kavramıyla ilgili. Kaygı ve ona karşı geliştirilmiş savunma. “Benin” doğumla birlikte çalışmaya başlamasında temel etken içteki ölüm içgüdüsünün ilksel kaygısı. Ben; kaygının yol açtığı acı ve gerilime karşı kendini sürekli koruyor ve birtakım savunmalardan yararlanıyor. Eğer kaygıyla başa çıkma yetisi eksikse aşırı savunmalar bölünmeler ve depresiflik ortaya çıkıyor.
Klein, bebeğin annesinden beklediği şeyin, sadece maddi ihtiyaçlarının giderilmesi olmayıp kaygıya kapıldığı her durumda sevgi gösterilmesine de ihtiyaç duyduğunu belirtir. Böyle bir güven alma yönteminin hem yetişkin hem de çocuk hastalar üzerinde öneminin yadsınamaz olduğuna işaret eder.
Şimdi kitaba dair bu kısa özetlemelerimden sonra yaşadığımız günlere, İsrail’in bombalarıyla öldürülen ya da engellemeler sebebiyle açlıktan ölüme mahkûm edilen bebeklerden bahsetmeyeceğim. Çünkü onlar zaten öldüler. Onlar medyada geçtiği şekliyle sayılardan başka bir şey ifade etmiyor. Ölü bebeklerde şizoid, paranoid, depresif ya da şizofrenik problemlerden bahsetmemiz tıbben mümkün değil.
Besleyen ve anneyle sevgi ilişkisini başlatan “iyi” meme, mademki yaşam içgüdüsünün temsilcisi, öyleyse Gazze’deki çocukların ölmeyenleri, yani yaşama tutunanları için de bir plan küresel düzeyde uygulanıyor olsa gerek. Bu bebekler, aç bırakılma korkusuyla her türlü fiziksel ve zihinsel acıyı tadarak ölüm tehdidi ya da kaygısı altında nasıl büyüyecek?
Avrupa’daki holokostun çocukları olanlar, kendilerine yaşatılan haset duygusunu bugün sistematik biçimde Gazze’ye uygulayarak bölgedeki insanlara hastalıklı bir gelecek mi tasarlıyorlar? Öldürerek bitiremeyecekleri bebeklere, yaşatıcı nesneyle (anne memesi) kuracakları sağlıklı bağdan onları mahrum ederek kendi hastalıklı aşırı hasetlerini, Gazzeli bebeklerin üzerine de bulaştırmak istiyorlar. Gazze, şeytani küresel aktörlerin bir psikiyatri laboratuvarına dönüştürülmüş durumda.
Zulmedilme kaygısıyla yetişen bu çocukların, hoşgörünün ortadan kalkacağı, hıncın çocukları olması bekleniyor. Fiziksel sakatlığın yanında psikolojik yaralı bilinçlerle geleceğin Gazze’sini şok toplumuna dönüştürmek istiyorlar.
Yazar aslında düşüncelerini teolojik bir zemine de oturtmaktadır. John Milton’un Kayıp Cennet’inden mülhem, Tanrı’ya haset duyan Şeytan, Cennet’i gasp etmek istemektedir. İsrail’in gasp etmek istediği Cennet neresiydi? Bunun sınırları Gazze’yle mi çevrilidir? Tanrı’nın yarattığı her şeye karşı düşmanlık gösterip tahrip etmeye çalışan Şeytan’ın bütün dünyayı Cehennem’e çevirme ideali İsrail üzerinden gerçekleştirilmek isteniyor. Savaş, sevgiyle oluşmuş yaratıcı süreci, haset duygusuyla yok etmek istiyor. Bu da Gazze üzerinden Tanrı’ya savaş açılarak yapılıyor.
Gazze’deki soykırım; korkuyla, kaygıyla, açlıkla devam ederken bir yandan da annesinin sütü çekilen memesiyle avutulmamış, şükran duygusundan uzak çocukların var olması isteniyor. İlerde onların öfkeli ve acımasızlaşacak sebepliliğiyle kendi haklılığını ispata çalışacak rejim. Yoksa gökten bombayla birlikte tepelerine boca edilen yardım paraşütlerini başka türlü anlayamayız. Boca edilenin gerçekten insani yardım olup olmadığı karadan daha iyi kontrol edilebilecek iken insanların başlarına kakarcasına, çatılarını çökertircesine, cüzamlı muamelesiyle yapılanın ne olduğunu bırakalım, ne olmadığı meydandadır.
Türkiye mi? Türkiye, her zamanki gibi… Tarık Buğra’nın az okunan bir romanı gibi… “Dön-e-meç-te.” O dönemeç bir türlü bitmiyor. Şarkıda geçtiği şekliyle…
Dön baba dönelim!