Genel İzleyici Kitlesi İçin Sansürsüz!
Defterleri açalım.
Başlık: Tiyatronun Temel Kavramları.
Tiyatroda kullanılan belli başlı terimleri kısaca yazdıracağım.
Bir, adaptasyon:
-Yok, biyolojideki adaptasyon değil bu. Ama onunla da bir ilgisi yok değil. Hayır, evrimsel açıdan bakma, uyum sağlamak kavramı üzerinden düşün.
Yazın!
“Yabancı dilde yazılmış bir eseri, çevrildiği dilin yerli hayatına uygun tercüme, uyarlama.” Hem çeviri hem tercüme diyorum, bu da bir garabet ya neyse…
Ne dedin?
Yerlileri öldürdüler mi? Öldürdüler, çünkü adaptasyon problemi yaşattılar. Direndikçe öldürürler evet. Güçlü olan türe, boyun eğmen gerekir.
Yani tanımımıza dönecek olursak İbrahim’i Abraham’a; İshak’ı İzak’a tercih etmek ya da Babüzzâhire Caddesi’ni Amir Drari’ye veya Vadi Yolu Caddesi’ni HaGvura Caddesi’ne adapte edebilirsin.
Hayır, evrimle bir alakası yok bunun! Nerden çıkardın şimdi Darwin’i? Var mı? Adapte olmayanların yok edilmesi, adapte olanların yaşayabilmesi, doğal seçilim mi?
Doğru… Güçlü olan türler ayakta kalır, zayıflar yok olur.
Ambargoyla bölgedekiler açlıktan, susuzluktan, ilaçsızlıktan ölür. Uyumsuzdurlar çünkü, evet! Tür, yeni iklim şartlarına adapte olması lazım.
Eseri mi tahrip eder? Neden etsin? Her adaptasyon faaliyeti eserin orijinalliğine dokunurmuş. Sen, sen olmaktan; ben, ben olmaktan çıkarız mı diyorsun. Yok canım, adaptasyon üzerinden eser yok edilmez. Moliere’in Cimri’si yine duruyor yerli yerinde. Öz aynı.
Durmuyor mu?
Bütün dünya dillerine ajanslarca çevrilen bir olay bu… Herkes kendi stratejik konumuna göre pozisyon alıyor. Beriki ticaretini büyütüyor, öteki iktidarını tahkim ediyor, sen seyircisin, hep alkışlıyorsun. Elbette, konuşmak da bir strateji. Diyalog kurduğunun imajına bürünmek önemli mesela. Makyaj bunun için, jestler bunun için...
Yine seçim zamanlarındaki etkileyici replikler… Tiratlar düzmek uzun uzun, içten dışa, dıştan içe doğru kıvrak mimikler. Oyunun kurgusu biraz da sinsice dokunur. Bu yüzden diyalog sandığın yerler, hep monologla devam eder. Kendiyle konuşur hatip.
Ne kadar konuşursan bir şeyin içini o kadar boşaltırsın. Üzerinde düşünmek başka bir şey, lafebeliği başka… İki lafından birinde oyuna atıf yaparsın, üstadın sofistlerdir. Ama sen oyunun ne kurucusu ne bozucususun. Patlamış mısır satmaksa bu çok ayıp!
Oyunu oynayanlar belli, yani aktörler var orada. Tanıma geçiyoruz.
Yazın! İki, aktör:
Bu kelime de Fransızcadan dilimize geçmiş. Köy seyirlik oyunu değil herhalde nereden geçecek diyorsun. Öyle deme, az sonra bizimkilerin uydurduğu bir kelimeden bahsedeceğiz. Geriye doğru gidersen Latinceye ulaşırsın.
Adaptör mü?
Evet, önceki kavrama döndük yine. Adaptasyon ve adaptör aynı etimolojiye sahip. Ne alakası mı var? Kaynak elektriğin voltajını, cihaza göre adaptör ayarlıyor. Yoksa senin telefon patlar. Patlıyor mu? Onlar ısındığından patlıyor. Yani baskı yapa yapa oradaki tansiyonu yükseltiyorsun. Sonra patlıyor. Bu defa da bu niye patladı diye veryansın ediyorsun. Patlar!
Tamam, geçelim artık bu kelimeyi, aktördeyiz.
“Tiyatro ve sinemadaki, erkek oyuncudur.” Kadın için aktris denir doğru. Fakat feministler burada problem çıkarabilirler ki çıkarıyorlar evet.
Oyuncuyu, erkek-kadın diye ayırmak ayrımcılıktır diyorlar. Çocuk, bebek, yaşlı diye bir ayrım var mı? Bilmiyorum. Bildiğim kadarıyla yok. Hem makyajla kadını erkek, erkeği kadın yapabiliyorken ayrıma ne hacet. Nasıl olsa hepsini öldürüyorlar. Ölü aktör, ölü aktris diye ayrılmaz herhalde.
Doğru söylüyorsun ölü, ölüdür. Namazı kılınırsa er kişi veya hatun kişi niyetine derler. Feministler buna da kızar şimdi, ama zaten bir kısım ölülerin cesedi de bulunamıyor. Sahnede herkesin önünde ölmek modern trajedide olur. Klasik trajedide seyirciye böyle kötü sahneler gösterilmez. Soyluları kan tutar.
Milyarların önünde ölmek bir şey değil. Milyarları öldüğüne ikna etmelisin. Ölüler ikna etme kabiliyetine sahip mi? Hıristiyanlar Golgota’den sonra böyle bir şey oldu diyor.
Asıl aktör kim? Yazar mı, yönetmen mi? Binanın sahibi mi?
Sahnede görünmeyen ama oyundaki her şeyi belirleyen… Yok, suflör değil. O, kurtarıcı melek gibi fısıldıyor kulisten. Sahne olmasa olmaz, seyircisiz hiç olmaz. Her şey bir bütün gibi… Parça olmadan bütünü nereden bilecektik?
Sahnedeyiz ve her şey gözümüzün önünde olacak. Işık, nereyi gösteriyorsa oraya bak! Ama hep bir sis perdesinin içinde...
Yazın bakalım öyleyse… üç, sahne:
Yok bu kelime Fransızca değil. Türkçede uydurulmuş Arapça kökenli bir kelime. Yemek sahanıyla alakası mı var? Evet var. Avlu, sahanlık… Bununla da var. Sözlüğe bakarsan on anlamı var. Biz terimsel tarafına bakıyoruz.
Birincisi “oyunun oynandığı mekân.” Burası seyircinin görebileceği yükseklikte olmalı. Çocuklar çıkamaz sahneye. Annesinin elinden kaçarsa yine de tırmanamaz. Sahne yüksek ve tehlikelidir. Birçoğunun talihi oradan yükselir ve güler, çokları oradan düşer bedbaht. Çıkması bir dert, inmesi başka bir dert.
Seyirci seyirciliğini bilip oraya özenmeyecek, aldatıcıdır. Orada olanlar orada kalır. Kol kırılır yen içinde kalır. Her koyun kendi bacağından asılır.
Sahneye çıkmak yasak, yaklaşmak da. Şayet “kurtarın beni!” diye bir feryat duyulursa sahneden, bir çığlık koparsa derinden… Roldür o, yerinden hiç kıpırdama! Yangın mı çıkmış, dekor mu yanıyormuş, kostümle birlikte içindeki de mi yanmış? Asker kendini yakmış. Yakar. Yananı aksesuar gibi düşün. Üniformanın içindeki ruh değil, bedendir. Asker de zaten Amerikan askeridir. Seyirci Amerikan polisi değil ki silah çeksin. Milyarlarca seyirci…
Sahne küçük çocuklar için tehlikelidir. Zaten her seyirci terbiyeli bir çocuktur. Pedagojik filtrelerle oyunun görülmemesi gereken yönleri uzmanlarca gözden ırak tutulur. Sansürsüz sansür, sansürsüz sansür, sansürsüz sansür… Hızlıca bunu tekrarlayabiliyorsan tiyatro diline dair bir yetenek oluşmuş denebilir.
Yoruldunuz biliyorum. Zile on dakika var. Sahnenin ikinci anlamını da söyleyip serbest bırakacağım.
“Oyunun içindeki bölümler de sahnedir. Yani perdenin kendi içinde ayrıldığı bölümler”dir. Perdeyi parçalamaktan mı bahsediyoruz? Evet, doğru. Perde parçalanmadan gerçekleri göremeyiz. Perde bölünür, bölünür, bölünür ve sonunda size tek bir parça kalır.
İşte o kalan şey seyirciden seyirciye değişiyor. Bunu gerçeğin mihenk taşına tutabilmek için ayağa kalkın ve üç defa bağırın!
Perde parçalanmalı!
Perde parçalanmalı!
Perde parçalanmalı!