Mustafa Özbilge Mustafa Özbilge Dıngılım

Köpekleri Tanımak, Adâveti Anlamak (43)

Mustafa Özbilge'nin yeni yazısı yayında...
Yayın: Güncelleme:

Nasreddin Hoca’yı bir gün Akşehir’de bir köpek ısırmış. Hoca da tedavi olmak için karısıyla birlikte Konya’ya gitmiş. Önüne ilk çıkan köpeği, eline bir sopa geçirip dövmeye başlamış.

Karısı:

-Seni ısıran bu köpek değil ki… Niçin bu hayvanı dövüyorsun diye çıkışmış.

Hoca:

-Akşehir’de beni ısıran da bunun gibi bir köpekti, demiş. Cinsine yandığım cinsine çeker.
 

Evden dükkâna günlük yürüyüş güzergâhım, İzmit’in tarihi yapıları arasından geçerdi. Her sabah, evimden yani Bağçeşme’deki tarihî Orhan Camiî’nin berisinden Akçakoca’ya doğru aşağıya sallanırdım. Portakal Mescid’in önünden geçip İzmit Lisesi’ne varır, sonra Fethiye Caddesi, Fevziye ve Pertevpaşa (Yenicuma) derken eski tren yolundan Meslek Lisesi karşısındaki Asımefendi Sokağı’na, bizim Taraklı Sahaf’a varırdım. Gece de aynı güzergâhtan dönerdim. Otobüse binmem nadirattandı.

Bir sabah yine böyle Orhan Camiî ile Akçakoca arasında yürürken boğuk sesli, yağ tulumu bir köpeğin saldırısına uğradım. Yamuk ayaklı, koca ağızlı, sarkık dilli bu iri yaratık, hedefine koyduğu avını parçalamak için kararlı bir şekilde koşuyordu.

Aramızdaki mesafe, gitgide kapanmak üzereydi ki yanımdaki bir bahçenin duvarına tırmanmayı akıl ettim. Korku gücü geldi kollarıma, fırlattım kendimi yapının üzerine. Fakat garip bir şekilde köpek sesi daha da artmaya devam etti. Meğer çıktığım yapının bahçesinde de iki kara bekçi köpeği beni bekliyormuş. Ölümlerden ölüm beğen Mustafa!

Duvarın üstünde, bir sirk oyunu başladı. İpte yürüyen cambaz gibi oradan oraya bir zaman gezinip bekledim. Pitbull cinsi köpek, aşağı in de göstereyim sana derken bahçedeki dobermanlar, ayda yılda bir fırsat geçti elimize parçalamadan bırakmayız demenin heyecanını gösteriyorlardı.

Sabırla bekledim pitbullun vazgeçmesini. Baktı ki benden umut yok, bırakıp gitti. Bahçedeki bekçiler de hırsızın duvarda bu kadar eğlenmeyeceğini tahmin etmiş olsalar gerek ki onlar da havlayışlarını azalttı. Ortamın emniyetli olduğunu gözleyince nihayet aşağı atladım, etrafa dikkat ede ede yürüdüm artık.

Haberlerde görüyorsunuzdur. Bu cins köpekler, çoluğu çocuğu yaralıyor, hatta ölüme kadar giden canavarlıklar da yok değil. Serbest bırakılıp tedbirsiz gezdirilmesi her ne kadar kanunlarla yasaklanmış olsa da Pitbull cinsi köpekler, sahiplerinin bile zapt etmekte zorlandığı, açıkta emniyetsiz bir silah gibi sağda solda serbestçe dolaşmaya devam ediyor.

Birkaç yıl evvel ağzını yüzünü bağlamadan pitbullunu bizim Yûnuspaşa Çarşısı’nda dolaştıran özentili bir genç, benim korkup kenara kaçtığımı görünce herkesin içinde, abi sen de ne korkaksın diyerek alay etmesinden iki gün sonra eli bacağı sargılı geziyordu çarşıda. Köpeğin cinsi bu ya, illâ ısıracak.

Çinli bilge Sun Tzu milattan önce 6. yüzyılda söylemiş. “Düşmanını ve kendini tanı. Karşısındakini ve kendini bilen hiçbir savaşta tehlikeye düşmez. Karşısındakini bilmeyen sadece kendini bilen; bir kazanır bir kaybeder. Karşısındakini de kendini de bilmeyen her savaşta mutlaka tehlikeye düşer.”

Türkiye’de insanların kendilerinin kim olduğunu bilmelerinin önünde çok çeşitli engeller var. Kim olduğumuzu bilmemek, başkaları için her türlü şey olabileceğimiz kullanışlı vasıtalara dönüşmemize sebebiyet veriyor. Kendini bilmeyen yanlış düşmanlar (adû) ediniyor, hatta kendini kedine düşman kılıyor. Kimler tarafından ne için kullanıldığımızı bilmeden oramızı buramız ısırtıp parçalanmış benliğimizle ömürlerimizi tüketiyoruz.

Amerika ve İsrail’le dost ve müttefik olduğumuzun beyanı olan işlerimiz de duruma âyinedarlık yapıyor. Askeri, ekonomik, ticari ilişkilerimizin soykırım karşısında bile sarsılmaksızın devam etmesi, Ortadoğu bataklığı deyip oradaki bozulan düzenlerin sanki kendiliğinden bozulmuş gibi kendimizi oradan tenzih çabaları çapraşık kimliğimizi ortaya çıkarıyor.

Türkiye neresi ve biz kimiz? Bizim kim olduğumuzu bize anlatacak kanon kitaplarımız, bilgelerimiz, sanatçılarımız kimlerdir? Piyasaya kilitlenmiş, düşük seviyede politik bir zihne ayarlı, yığın kaygısını, millet kaygısıymış gibi yansıtan popüler yaşam uzmanları; bir şeyleri daima yakınımızda, bir şeyleri daima uzağımızda tutmaya görevlidirler: sahte dostlar-sahte düşmanlar; gerçek dostlar-gerçek düşmanlar.

George Orwell’in 1984’ünde olduğu gibi… Okyanusya, Avrasya, Doğu Asya. Bu üç süper devlet sürekli birbiriyle savaşır, ama kimin kiminle savaştığı belli değildir. Okyanusya Doğu Asya’yla savaşıyorsa Avrasya’yla müttefiktir. Avrasya’yla savaşıyorsa Doğu Asya’yla müttefiktir. Her defasında kimin kiminle öncesinde müttefik olduğuna dair kayıtlar yok edilir. Hafızasız toplumda güç dengeleri adına kimin kiminle dost-düşman olduğu bilgisi silinir. Böylece bir tarih bilinci oluşmasının önü alınır.

Adû, düşman demek. Nerden çıktı adû, biz bu kelimeyi bilmiyoruz demeyin. Âşık Veysel’den, Ruhi Su’dan, olmadı Erkan Oğur’dan dinlemişsinizdir “Zamanede bir hâl gelmesin başa” türküsünü. Kul Hüseyin’in şiirinin ikinci dörtlüğünde adû (düşman) kelimesi şöyle geçer:

Ben bir yâr isterim derun u dilden
Sarfede varını geldikçe elden
Beni setreyleye adûdan elden
Her yüze gülen yâr olmuş olmamı
ş.

Bu şiiri, ne kadar açıklamaya çalışırsak güzelliği de o kadar parçalamış olacağız; ama yazının bundan sonrasında neyi amaçladığını ortaya koyabilmek için bunu yapmaya mecburuz.

“Ben gönülden, kalpten bir dost, arkadaş, sevgili isterim ki elden geldikçe bütün varını hatta varlığını bu dostluk yolunda sarf etsin, harcasın. Beni adûdan yani düşmandan, yabancıdan sakındırsın, saklasın, gizlesin, setretsin. Bunları yerine getirmedikten sonra her yüze gülen yâr olmuş ya da olmamış bir anlamı yok. Yâr olup bar olmamak yani yük/külfet olmamak mümkün mü?”

Sarf etmek masraf etmektir. Bir şeyler harcamaktır. Ama sarf kelimesinin uzaklaşmak anlamı da vardır ki sarfınazar etmek dediğimizde hesaba katmamak, vazgeçmek anlamına gelir. Sevdiğin lehine bir şeyleri sarf ediyorsan düşmandan da sarfınazar etmelisin, vazgeçmelisin, onu saymamalısın. Hem dostun hem düşmanın lehine beraber masraf edilemez. Hele dostun aleyhine olabilecek bir sarfiyatta, ticari ilişkideysen sen artık dost olamazsın.

Bu şiirde iki şey karşılıklı durmaktadır. Dost için harcamak, dostu düşmandan sakındırmak. Biz bu ikisinde de sınıfta kaldık. Gazze’de dostlarımızın yaralarına merhem olacak bir sarfiyatta bulunamadık. Yardımların gereğince içeriye sokulmasına İsrail müsaade etmeyince herkes buna boyun eğmek durumunda kaldı. Böylece dostlarımızı düşmandan (adû) sakındıramadık. Açık hedef halindeki katliamlarına seyirci kaldık. Yetmedi adûya yani düşmana hayatiyet bahşeden kaynakların bir kısmı buradan temin edilmiş.

Çanakkale’de, Bosna’da, Irak’ta ve bugün Gazze’de neyi görmemiz gerektiğini Hoca Nasreddin, dövdüğü ve cinsine yandığımın cinsine çeker dediği köpeğin hususiyetlerinde aşikâr kılıyor. Köpek, aynı köpektir. Zaman ve mekân değişse de… Mesele Aliya İzzet Begoviç’in veciz ifadesiyle:

“Ve her şey bittiğinde hatırlayacağımız şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır.”

Türkiye’de son altı ayda iktidarı ve muhalefetiyle seçim sathında ortaya koyulan gayretin ve yükseltilen seslerin, son altı aydır Gazze’de yürütülen soykırım için ne oranda ortaya koyulduğunu dünya âlem biliyor. Belki pervasızlığın cesareti de buradan geliyor. Dostlarımızın arenada, demir perdeler içinde, azgın köpeklerle boğuşmak zorunda kaldığı bir vasatta, endişe ettiğimiz birinci meselelerin neler olduğu herkesçe görüldü.

Hoca Nasreddin, düşmanın mekânı ve zamanına bakmıyor, onun değişmeyen hususiyetine yani cinsine bakıyor. Sermaye bir yeri yağma edeceği zaman, gerekçelerini öyle hazırlar ki siz onun yağmacı olduğunu yani aynı köpek olduğunu bir türlü seçemezsiniz. Çünkü kılık değiştirmiştir. Hayır, hemen sopayı ele alıp o köpeği nerede olursa olsun vurmamız icap eder. Vuramadığımız takdirde, alesta olmak zorundayız.

Türkçeden Kur’ân’a, Kur’ân’dan Türkçeye kelimeler çalışmamızın 43’üncüsü olarak ele almaya çalışacağımız kelime adû.

Adû/aduvv kelimesi koşmak seyirtmek, aşıp gitmek, yürümek, anlamındaki ‘adâ kökünden gelir. “Düşman” manasına gelen kelime Furkan Suresi 31. ayette şöyle geçer:

“Vekezâlike ce’alnâ likulli nebiyyin ‘aduvven mine-l mucrimîne vekefâ birabbike hâdiyen venasîrâ”

(Biz, işte böyle, her peygamber için suçlulardan bir düşman yarattık. Yol gösterici ve yardım edici olarak Rabbin yeter).

Kelime Taşlıcalı Yahya Bey’in bir beytinde şöyle geçer:

Dostuz ʿārif-i biʾllāha Ebü Cehle ʿadū
Kimine nūr-ı Muhammed kimine nāruz biz

(Allah’ı bilen evliyaya dostuz; Ebü Cehil’e ise düşmanız; Kimine Muhammed aleyhisselamın nuruyuz, kimine ateşiz).


A’dâ ise düşmanlar anlamındaki adû kelimesinin çoğuludur. Mecazen ise “hasımlar, rakipler” anlamına gelir. Kelime Fussilet Suresi 28. ayette şöyle geçer:

“Zâlike cezâu a’dâ-illâhi-nnâru lehum fîhâ dâru-l huldi cezâen bimâ kânû bi-âyâtinâ yechadûn.”

(İşte böyle, Allah düşmanlarının cezası ateştir. Âyetlerimizi inkâr etmelerinin cezası olarak orada onlar için ebedîlik yurdu vardır).


A’dâ kelimesi Nevizâde Atâî’nin bir beytinde şöyle geçer:

Kayırmam sînemi karşunda a‘dâ çâk çâk itse
Ruhun seyr ideyin tek çeşm-i cânumla aralıkdan

(Düşmanlar karşında göğsümü parça parça etse yine de endişe etmem; yeter ki can gözümle senin yanağını aralıktan seyredeyim).


“Düşmanlık, haksızlık, zulüm” manasındaki udvân kelimesi de aynı kök üzeredir. Kelime, Bakara suresi 193. ayette şöyle geçer:

“Vekâtilûhum hattâ lâ tekûne fitnetun veyekûne-ddînu lillâhi fe-ini-n tehev felâ ‘udvâne illâ ‘alâ-zzâlimîn.”

(Hiçbir zulüm ve baskı kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Onlar savaşmaya son verecek olurlarsa, artık düşmanlık yalnız zalimlere karşıdır).

Udvân kelimesi Bâkî’nin bir beytinde şöyle geçer:

Güneşdür tal’ atı gûyâ cihândan def’ u ref’ itdi
Zalâm-i zulm u ‘ udvânı dalâl-i küfr ü tugyânı


(Yüzü sanki güneştir ki dünyadan zulmün karanlığını ve azgınlık ve küfrün sapkın düşmanlığını kaldırdı).

Adâvet kelimesi de aynı kök üzeredir. “Düşmanlık, hasımlık, husumet” manalarına gelen kelime Fussilet Suresi 34. ayette şöyle geçer:

“Velâ testevî-l hasenetu velâ-sseyyi-etu idfa’ billetî hiye ahsenu fe-izâ-llezî beyneke ve beynehu ‘adâvetun ke-ennehu veliyyun hamîm.”

(İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir).

Kelime, Taşlıcalı Yahya Bey’in bir beytinde şöyle geçer:

Ehl-i dünyāya ʿadāvet ʿayn-ı ʿunvāndur bize
Dost olmak düşmen-i Mevlā’ya ʿisyāndur bize


(Dünya sahiplerine düşmanlık, şânın ta kendisidir bize; Mevlâ’ya düşman olana dost olmak isyandır bize).

Türkçede kullanılan Teaddî kelimesi de aynı kök üzeredir. Misalli Büyük Türkçe Sözlük'te: “Birinin hakkına tecavüz etme, saldırma; zulmetme, hak ve insaf sınırını aşma; örf, âdet, kānun ve kuralların sınırını aşma; fiilin gösterdiği işin mef’ûle tesir etmesi, bir fiilin geçişli olması” manalarına gelir. Taâdî/teâdî, kelimesi de “düşmanlık, husumet”tir.

Bakara Suresi 229. ayette, teaddî kelimesi şöyle geçer:

“Tilke hudûdullâhi felâ ta’tedûhâ vemen yete’adde hudûdallâhi feulâ-ike humu-zzâlimûn”

(Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın bunları aşmayın. Allah’ın koyduğu sınırları kim aşarsa, onlar zalimlerin ta kendileridir).

Taaddî kelimesi Necâtî Bey ve Mehmet Âkif Ersoy’un mısralarında sırasıyla şöyle geçer:

Salalı adlin eli mirvaha-i ahkâmı
Hân-ı emn üzre taaddî megesi açmadı bâl

(Adaletinin eli, hükümler yelpazesini yaydığından beri; emniyet sofrasının üzerinde azgın sinek kanat açamadı).


Zâlimde teaddîye olan meyl nedendir?
Mazlum niçin olmada ondan müteneffir (nefret eden)?


Tâdiye kelimesi de aynı kök üzeredir. “İleri geçirme, tecâvüz ettirme; geçişsiz bir fiili oldurgan, geçişli bir fiili ettirgen duruma getirme işi” manalarına gelir. Müteaddî ise “saldırgan, mütecâviz; geçişli fiil” manalarına gelir.

“Birbirine düşman olma, düşmanlık” manasındaki muâdat kelimesi de aynı kök üzeredir. Kelime Tevfik Fikret’in bir mısraında şöyle geçer:

Kan şiddeti, şiddet kanı besler; bu muâdat (düşmanlık)
Kan âteşidir, sönmeyecek kanla, inandım.


Mu’tedi kelimesi de “Zulüm yapan, aşırı zalim” manalarına gelir. Kelime Bakara Suresi 190. Ayette şöyle geçer:

“Vekâtilû fî sebîlillâhi-llezzîne yukâtilûnekum velâ ta’tedû innallâhe lâ yuhibbu-l mu’tedîn

(Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez).

İ’tida kelimesi de aynı kök üzeredir. “Zulmetme” manasına gelir. Kelime Bakara Suresi 65. ayette şöyle geçer:

“Velekad ‘alimtumu-llezîna’tedev minkum fî-ssebti fekulnâ lehum kûnû kiradeten hâsi-în”

(Şüphesiz siz, içinizden Cumartesi yasağını çiğneyenleri bilirsiniz. Biz onlara, “Aşağılık maymunlar olun” demiştik).


“–den başka, –den gayri” manasında kullanılan mâadâ edatı da aynı kök üzeredir. Halikarnas Balıkçısı’nın bir hikâyesinde kelime şöyle geçer:

"Bundan maada affınıza mağruren size ehemmiyetli bir tavsiyede bulunacağım. Sakın ha bu gözyaşla­rının suni ve sahte olduklarını dı­şarıda iddiaya kalkışmayınız."

Bütün bu kelimeler, bir şeylerin sarâhate kavuşması içindir. Çünkü düşmanın kim olduğu ve ne yapmak istediği konusunda birileri sürekli suyu bulandırıp bir tereddüt havası estirmeye çalışmaktadır. Hâlbuki Irak’ta, Bosna’da, Afganistan’daki sarâhat, Gazze’dekiyle aynıdır. Sadece her defasında taşların bağlanmış olması kafa karışıklığına sebebiyet veriyor ki onu da Filistinli sapan ustası çocuklardan öğreneceğiz.

Bir kış günü Nasreddin Hoca, yolculuğa çıkar. Yolda güçlükle ilerler. Her yan karla kaplıdır. Dağlar taşlar buz tutmuştur. Birden Hoca köpeklerin saldırısına uğrar. Eşeğinden iner, yerden taş alıp köpeklere atmak ister. Ama ne mümkün! Hiçbir taşı yerinden oynatamaz. Çaresizlik içinde kendi kendine söylenir:

- Hey Allah’ım, der, bu ne biçim memleket böyle? Taşlarını bağlayıp köpeklerini salmışlar…


Evet, dünyanın her yeri böyle bir manzarayı yansıtıyor. Köpeklere atılacak bütün taşlar, sermayeyle anlaşmış devletlerce sıkı sıkıya bağlanmış durumda. Filistin hariç. Çünkü Filistin’de çocukların, kadınların, genç, yaşlı herkesin elindeki sapan ve taşlar, onların uzun zamandır Hz. Dâvud’un varisi olduklarının beyanıydı. Calut’un (Golyat) kafasını parçalayan taş, tanklara karşı Filistinli çocukların avuçlarında terleyerek dünyadaki birtakım nasiplilerin uyanmasına vesile oldu.

Taşları bağlamak suretiyle buradaki umudu söndürmek isteyen her kim varsa mazlumlara karşı adâvet (düşmanlık) beslediğini açığa çıkarmıştır. Adûnun (düşmanın), Gazze’ye yönelik udvânını (düşmanlığını); siyasi, askeri, moral, ekonomik… takviye eden bütün güçler, ahiretin yargısından önce tarihin yargısına yenilecektir.

Taşların bağlanmasına Hoca Nasreddin gibi şaşkınız. Fakat Gazze’deki direniş, insana dair ümidimizi canlı tutuyor. Emperyalistlerin uzun zamandır bütün insanlığa oynadığı oyunun ipliğini bu denli pazara çıkarmak suretiyle güçlü bir direnişi dünyada tezahür ettiren böyle küçük ama böyle büyük bir yer Filistin’den mâada (başka) olmadı.

Gazze; insanların hem fikrî hem duygusal yönüne; hem dinî hem modern yönüne; hem yerel hem evrensel yönüne; hem politik hem apolitik yönüne; hem kavmî hem enternasyonal yönüne; hem tarihî hem tarihi aşan yönüne göndermelerde bulunur. Bu sebeple Gazze, her daim takip edilecek bir kitap ve dünyayı aydınlatacak bir hakikat akademisidir ve hepimiz onun ihtişamı karşısında küçücük acemi ilkokul birinci sınıf mektep talebeleriyiz.

Fildişi kulelerde ona buna atıf yapmakla akademik paye devşirme yarışındaki yüzkarası zekâlar, Gazze’yi göz ardı ederek yaptıkları bütün işlerde gerçeğin dışında kalmanın talihsizliğine ve tarihsizliğine yuvarlanacaklar. Bütün sözcükleri yapay, bütün tezleri kadük kalacak.

Dün Irak’ta, Afganistan’ta seğirtiyordu. Bugün Gazze’de dolaşıyor o kuduz köpek... “Beni ısıran da bunun gibi bir köpekti, demiş Nasreddin Hoca. Cinsine yandığım cinsine çeker.”

Uluslararası konjonktür deyip ekonomik parametreler deyip politik dengeler deyip taşları bağlayan küresel sistem ve onların yerli işbirlikçileri; köpeklerin semirtilip üzerimize salınması için varlar. İnsan ise Allah’a kul olup kula kul olmamak için var. Köpeklerin durumu ise A’raf Suresi’nde ifade edildiği üzere hiç değişmez:

“Dileseydik o âyetlerle onu elbette yüceltirdik. Fakat o, dünyaya saplanıp kaldı da kendi heva ve hevesine uydu. Onun durumu köpeğin durumu gibidir: Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur; kendi hâline bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte bu, âyetlerimizi yalanlayan toplumun durumudur. Şimdi onlara bu olayları anlat ki düşünsünler.”

Mazlumlara adâvet (düşmanlık) besleyenlere karşı adâvet göstermek adalettir. Adûyu (düşmanı) beslemek ise şekâvettir (eşkıyalıktır). Bunda inat gösterenler ise Şair Bâkî’nin ifadesiyle “Zalâm-ı zulm-i udvân u dalâl-i küfr ü tuğyân” içindedir.

“İstekler uyumuş köpeklere benzer. Onlardaki hayır ve şer de gizlidir. Kudretleri olmadığı için bunlar, yere yatmış odun parçaları gibi yatakalmışlardır. Fakat aralarına pis bir şey atıldı mı adeta köpeklere hırs sûrunu üfürür. O sokakta bir eşek düşüp öldü mü uyuyan yüzlerce köpek uyanır. Gayb gizliliğine gitmiş olan hırslar, yenlerinden yakalarından baş çıkarır, hücuma koyulurlar. Her köpeğin kılları diş kesilir, hile için kuyruk sallamaya başlarlar. Köpeğin belden aşağısı hile, belden yukarısı öfke olur, odun bulmuş zayıf ateşe döner. Mekânsızlık elinden yalım yalım gelip çatar, ateşten çıkan alev ta göğe kadar, ağar. Bunun için yüzlerce köpek de insanın bedeninde uyumuştur. Bir av olmadığı için onlar, adeta gizlenmişlerdir.”

Mevlâna, her birimizin içinde saldırmaya hazır bekleyen nefis köpeğini tasvir ederek aslında hepimizin, teyakkuzda olmadığımız müddetçe köpek sürüsüne dâhil olabileceğimiz ihtimalini canlı tutmaktadır. Böylece düşmanın (adû) karşısındayken bizzat kendisine dönüşme tehlikesiyle karşı karşıya olmamız vâkidir. Havlayan içerde de dışarda da uslanmaz nefsimizdir.

Taşları salın!

#adavet #adu #mevlana #nefis #fildisi #gazze #golyat #nasreddin #sun #tzu

Yorumunuzu Ekleyin

Adı-Soyad
E-Posta
Yorum
İşlemin Sonucu
  • Yorumlar T.C. Yasalarına aykırı olamaz.
  • Hakaret içeren yorumlar, yayınlanmasa bile yasal mercilere iletilebilir
  • KVKK Kapsamında, bilgileriniz, yasal merciler hariç kimseyle paylaşılmaz.
  • Formda doldurduğunuz bilgiler ve IP adresiniz sisteme kaydedilir.
  • Yorumunuz onaylanıp yayınlandığında, sadece yorum, isim ve yorum tarih saati gösterilir.

YAZARIN SON YAZILARI

Üçyüzaltmış Derece Halk

Üçyüzaltmış Derece Halk

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...
Meymenetsiz Ticaret, Maymunlaşan Siyaset (52)

Meymenetsiz Ticaret, Maymunlaşan Siyaset (52)

Mustafa Özbilge'nin yeni yazısı yayında...
Yok!

Yok!

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...
Ya Dış Mihrak Dedikleri İçleriyse (51)

Ya Dış Mihrak Dedikleri İçleriyse (51)

Mustafa Özbilge'nin yeni yazısı yayında...
Acılarımız Hafifledi

Acılarımız Hafifledi

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...
Dünya Bir Oda

Dünya Bir Oda

Mustafa Özbilge'nin yeni şiiri yayında...

GENEL BİLGİLER

Taraklı

Taraklı

Taraklı Nerede, Taraklı'nın tarihi ve coğrafi özellikleri
Taraklı Otobüs Saatleri

Taraklı Otobüs Saatleri

Ağustos 2023 Güncel Taraklı - Sakarya Otobüs Kalkış Saatleri, Taraklı Otobüs Saatler 2021, Taraklı Otobüs Tarifesi, Taraklı Sakarya ilk otobüs ne zaman? Taraklı - Sakarya Son Otobüs Ne zaman? Sakarya Taraklı İlk Otobüs Ne Zaman, Sakarya Taraklı Otobüs Saatleri, Taraklı Koop Otobüs Saatleri
Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'ya geldiğinizde gezilecek yerler neresidir? Taraklı'nın en popüler gezilecek yerleri yazımızda.
Taraklı Termal Turizmi

Taraklı Termal Turizmi

Taraklı'da termal turizmi, Türkiye'deki belli başlı noktalardan biri haline gelmiştir.