İki aceminin yolu bir sahafa düşmüş. Düşmüş de ne olmuş, biri birinden habersiz bir köşede oturmuş, diğeri kuytulardan saklı kitapları devşirmiş.
Yayın: Güncelleme:
Amacım bir koleksiyoncunun rafından merakımı indirip poşetlemekse para karşılığı, bunun bir soysuzluk olduğu kredi kartları kadar aşikardır.
Niyetimin halisliği, koleksiyoncuda karşılık bulursa, raflardan hiçbir şey almadan oraya bir şeyler bırakırsam, yani her bir parçamı bırakıp çıkarsam, dönüp arayabileceğim, kendini aratan bir koleksiyoncum olmuş olur. Kayıp bir parçam değil, enayiliğe has bir parçam, bilinçli bir terk edişin parçalarını devşirmek için sık sık uğradığım bir dükkanın parçaları...
Raflarda dolaşan her bir parçam, bıraktıklarımın hürmetiyle yanımda yürümektedir ve düşündürmektedir beni. Kedilerin ve köpeklerin varlığını mekanda henüz anlamlandıramamışken, bunun da nereden çıktığı, kendini raflara rapdetmiş bir oyunun parçası mı olduğu kuşkusuna düşmeden, karşımda varlığın mucizevi bir türünü kaim kılana secde etmeliyim artık.
Ayna yansıtır ancak öteden buraları. Ve ayna yansıtır ancak buradan öteleri. Ne kitaplar ne gravürler ne de kartpostallar... Onlar paslanmış bir aynanın arka yüzüdür cemalin sanatkarlığının yanında. Zülüf dağılmamış, ancak kitaplar ve Osmanlıca tomarlara kendinden bir huy öğretmiştir sanki. Kim toparlıyor onları? Zülüf. Ya kendini perişan raflarda bırakıp kaçan benim parçalarımı... Satın aldıklarımın paraya vurulması şaşkınlık yaratmışsa Zülüf'te, aldıklarım bıraktıklarımdır bundan sonra.
Sanatı sanatkardan bağımsız ele almanın günahkarlığından, önce tövbe etmeli, af dilemeli, sonra da yapılan hatanın sanattan uzaklaşarak başka bir hataya kapı aralamasına müsade etmemeli. İşte mucizevi sanat olan Zülüf, yola düşmem için sonuca değil sebebe sarmalıyor beni. Sarıldığım teller aşkına bak, yollardayım.
Ey Zülüf, bu koleksiyoncunun raflarından süründüğün tozlar, acemiliğinin kimyası olmalı. Sende hafif kızarıklık halinde bir sürme, bende rahmetin aksırmasıyla çıkan gülünç hal.
İki aceminin yolu bir sahafa düşmüş.Düşmüş de ne olmuş, biri birinden habersiz bir köşede oturmuş, diğeri kuytulardan saklı kitapları devşirmiş. Matematik sormuş sonunda berikisi, ötekisinin bilemeyeceğinin kabulünü sezdirerek. Hesaptan anlar birini beklemeye başlamışlar, gecikmeye rahmet okuyup sokak köpeklerinin öğle uykuları içinde.
Bir Servet-i Fünuncu, bir ısmarlama romancı, bir ameriklı zenci, ahlakın teolojik yorumu ve farisi bir ferhenk ile sonuçlanan bir ticaret, beklenen pazarcının gelmesiyle sonuçlanıyor. Ayrılık zordur. Ayılamamak daha da zor.
Üsdad. Yazılarınızı anlamakta zorlanmaya başladık. Mızrab'ı bir perde aşağıdan vursanız... Fi emanillah...
Ahi Naci İşsver
16.11.2009 / 16:07:00
İyi de!Bu bağımsız merdivende -böyle futursuzca tırmanmaya kalkanı, "işin ehli" sigaya çeker. Münferit olmak yerine, "müntesip" olduğunuzu sanmak isterdim, Bu yoğunluk ve kalitede bir içeriği âyan etmeğe mezun olup olmadığınızı merak etmek, bizim haddimiz olamaz.Okuyucuyucunun "kapsam alanı" kaşınmasa, zorlanmasa daha iyi olur. Ahi Naci
A.Haluk Pektaş
17.11.2009 / 16:26:00
Eğer,düşünceler sahibinin mahremi ise ifşa etmemeli...Anlatmak ve anlaşılmak ise maksat,mücerretden müşahhasa kapıyı aralamalı diye düşünüyorum.Sembollerin şifresi kapıları sürmeliyor gibi adeta...
Faruk Serkan
18.11.2009 / 05:25:10
"Müntesip" olduğunu "sanmak" bir yana; bence, yazarın "peygamber geleneğine bağlılığından" emin olunup bu intisaba rahatlıkla iman edilebilir. Hele ki ortaya böylesine "müşahhas" bir kıssa konulmuşken... Hani Musa(as) Rabbini görmek istemişti de, Rabbi de ona, dağda -celâliyle- tecelli edince, Musa(as) oracıkta düşüp bayılmıştı. "Ayıldığında" hemen "secde" edip Rabbini bütün noksanlıklardan tenzih etmişti. İşte yazının kahramanını da -cemalin cilvesi bile- bayıltmaya yetmiş; ve onu hemen secdeye kapatıp tövbe ettirmiş! Hatta ve adeta Musa'ya(as) yüklenen görevi de üstlenip kaşla-göz arasında Firavun'nun "KREDİSİNİ" bile tüketmeye çalışmış. Fakat benim anlayamadığım, yazarın kendisi de Musa'ya(as) intisabının; "AYILDIĞININ" farkında değil! Yazarın, "kalemden âsâsıyla" yardığı denizde boğulmamak gerektir. FARuKserkAN.
Faruk Serkan (2)
18.11.2009 / 08:05:28
Ve "merdiven" meselesine gelince: Esmâ-i Hüsna'nın cilvesine bile dayanamayan bir bilinç, gökyüzüne tırmanmaya kalkışır mı hiç? O "futursuzluğu" Haman'dan kule yapmasını isteyen ve böylece Musa(as)nın Rabbini görebileceğini zanneden Firavun yapar ancak! Ben Mustafa'nın merdivenle "işi" olduğunu düşünmüyorum. Keşke "işin ehli" de Allah'ın "münezzeh" olduğunu bilse.. ve bizim gibileri sigaya çekmekten vazgeçse... FARuKserkAN
Ahi Naci İşsever
20.11.2009 / 14:45:12
Hz Musa(sav) ateşi yakmak için dua ettiğinde, Allah o ateşi yaktı.Hakkın kendine yaklaştığını hisseden Hz Musa, "O-nun cemalini de görmek istediğinde" O-na:"Beni göremezsin" (la tarini)denildi.Israr edince de "dağa bak" denildi. Baktı , gördü ki dağ (Tur-i Sina) Hakkın yakın tecellisinden iki-ye şaklanmış. O da haddinde durdu.O gün bu gündür hiçbir fâni peygamberlere müşâbih olamaz. Yarsımanın haddi vardır.A Naci
Faruk Serkan
20.11.2009 / 22:42:56
İkinci yorumumdaki "Allah'ın münezzeh" olduğu hususundaki ifadem teyit edildiği için teşekkür; konu, benden daha "özlü" tarif edildiği için de tebrik ederim. NOT: Kural olarak "teşbihte hata olmaz." Bu yüzden müşâbihin de, teşbih edenin de -masumiyet karinesi gereği- kusursuzluklarını "ispat yükü"mü yoktur. Kusurun İspat yükü davacıya aittir. F.Serkan
Cemalettin Çınar
22.11.2009 / 23:56:11
Yazılarınızı ilgiyle takip ediyoruz. Yazan kadar, okuyanların da önemli olduğunu düşünüyorum... Allah'ın negüzel kulları var...
Bir şulesi varki şem-i cânın,
Fânusuna sığmaz âsumânın... ŞEYH GAÂLİB
Ahi Naci
23.11.2009 / 12:12:59
Edip ya da edibe, mahkeme koridorlarında "karineler peşinde" koşan, avukat ya da hâkim olamaz. Bir rüyânın fâş edilmiş metni üstüne -dalgınlık ettik-. Fazla konnuşttuk. A Naci.