Kumru-misâfir
Değil çeşm-i kebûd ol ebruvânın zîr-i tâkında
İki âvâre kumrudur ki gelmiş âşiyan tutmuş
Nedim
Yağmur sularının tahliyesi için apartmanın önüne bırakılmış küçük bir delik. Etrafı ayrık otları ve yabanî çiçeklerle örtülü. Kavisli taşlar döşenmiş sırayla, deliğin ağzına kadar uzanıyor bu taşlar. Böylece biriken suyun, oluktan geçerek deliğe ulaşması sağlanıyor.
Bu delikte fareler yaşar. Hani kedileri, kediliklerinden bezdirircesine âsûde-hâl dolaşan, cirit atan o pervâsız, korkusuz, cüsseli fareler. Buna fare dersek, buna da kedi mi demeliyiz sorusunun şaşkınlığını duyuran bir sahnedir hep gördüğümüz kanalizasyonlarda.
Akşam vakti, kapı önünde üç ağız konuşuyoruz. Fakat dikkatim, konuşmalardan ziyâde deliğin etrafındaki kıpırtılarda yoğunlaşıyor. Taarruza hazırlık var besbelli. Sabırsızlığın hışırtısı duyuluyor otların arasında. Bölük bölük çıkacaklar ve bütün sokağı işgal edecekler korkusuyla biraz geri çekiliyorum. İşte ilk fedâi zıplıyor zannındayken; bir kuşun, münferid, kendisini deliğin ağzından dışarı attığını görüyoruz.
Paytak paytak geliyor bize doğru. Savaş bitkinliği yahut içki sarhoşluğuyla ifade edilebilecek tâkatsiz bir hâl var üzerinde. Epey hırpalandığı anlaşılıyor tüylerinden. Devrildi devrilecek bir denge.
Ayaklarımın hizasına kadar geliyor. Göstermelik bir tavırla çevreye normallik aksettirmek istercesine, önüne çıkan bir habbeyi yerden almaya çabalıyor. Onu da taşıyamıyor, düşürüyor mecalsiz gagasından. Çünkü rol yapmayı beceremeyecek kadar hasta kumru.
Etrafı kolluyorum. Kediler, şehirlerde farelere karşı ne kadar iktidarsızsa kuşlara karşı, acımasız olabiliyorlar aksine.
İçeriden bir bardak su dolduruyorum, kurabiye kutusunun dibinde birikmiş kırıntılarla beraber getirip koyuyorum kumrunun önüne.
Kumru.
Meneviş boynu, hâreli gerdanıyla gökyüzünde elvan elvan ebemkuşağı taşıyan cancağız. Kül rengi kanatlarını çırptıkça güneş cânibine, gümüşe dönüşen efsunkâr bir yıldızın pır pır kaydığını görürsün hep. İşte o kumrudur. Seherde zikri terennüm eden muganni.
Heyecanımdan, garibin su bardağına uzanamayacağını düşünemiyorum ilk anda. Sonradan fark edip çay tabağına koyuyorum suyunu. Zayıf gövdesini, ne suya ne kurabiye kırıklarına çevirebiliyor. Kumruda, rahat bir döşekten başka, gözü hiçbir şeyi görmeyen biz insanların hastalık hâli var.
Çömelip uzatıyorum ellerimi. Tutmak için değil, uçabileceğini sınarcasına... Bir işkence acısıyla sanki açıyor hırpânî kanatlarını. Yerden iki karış kalkabiliyor ancak. Dükkanın içine vuruyor kendini.
Beklenmeyen bu akşam misafirine üçümüz de bakakalıyoruz.
Emekli bir cumhuriyet öğretmeninin: talihin esrarlı işaretidir bu, diyerek beni piyango bileti almaya teşvik etmesi; kökleriyle alâkası kesilmiş, metafizik damarları çürümüş tipik bir cumhuriyet kafasının ekşimiş hülâsasıyla karşılaşmanın sıkıcılığını her zaman yaptığım gibi umursamazlıkla geçiştiriyorum.
Dükkanın içinde kumru-misâfiri arıyorum.
Kumru, üst raflara uçamazmış demiyorum. Yukarıda, hep başımın üstündeki kitaplarda arıyorum onu; dostumsa, yere serili dergilerin kenarına ilişivermiş titreyen vücuduna işaret ediyor kumrunun. Köşeye çekilmiş aman dileyen bir yolcu ki âşiyanını kaybetmiş, îtimat bekliyor bizden.
Ne yapalım kalsın diyoruz. Dışarıda kediler var hem... Suyunu ve yiyeceğini bırakarak çıkıyoruz dükkandan.
Sabah, hiçbir şey yerinden oynanmamışçasına duruyor dükkan. Ne bir tüy var ortalıkta ne de düşmüş tek bir yaprak raflardan. Ölümün sessiz elinden başka bir şey görünmüyor mekânda.
Masanın altında duran dergilere doğru çömeliyorum. Başı, çay tabağının kenarına yan düşmüş hareketsiz bir kumrucuk, sekerât-ı mevt içre açıp kapıyor gagasını.
Bu sokakta: ıhlamur var, gül var, malta eriği var. Ya boynunda taşıdığı halkanın efendisi serv-i dilârâ...
Serv serkeşlik kılar kumru niyâzından meğer
Dâmenin tuta ayağına düşe yalvara su
Fuzûlî
Hayır, bu hâlet-i nez' değil, dem çeken kumrunun vuslat ânıdır. Tabibler ve ilaçları nihâyetsiz gaflettedir.
***
Kumru-misafir ve Ninni
Kapında bir kumru
Bir kumru beklemezsin
Kurabiye kutusundan
Çay tabağından
Akşam vakti kapında
Bir kumru beklemezsin
Açık görüp içeri
Kumru girer içeri
Kapını açarsan
Kumru girer içeri
Ne yemek ne su
Kumru girer içeri
Ertesi gün hâreli
Sancı göğsü meneviş
Kapattı gözlerini
Nebâtî gözlerini
Fersiz gözlerini
Beleren gözlerini
Yumdu gözlerini
Kumru gözlerini
Çocuk gözlerini
Ninni bebek
Hû
#