Çenârdır Asferâ
Yokluğun, neş'et ediyor içimde. Deme ki var mıydı? Var olmadan yokluk olur muydu? Yokluğundan bahsetmem, varlığına ispat oldu. Deme ki yine: sevgi böyle bir şey değil. Bu boşluk ne ile oluştu?
İstikâmetime istinâden doğdun. İstinadım da oldun. Şaşırırsam ki korkarım şaşıracağım. Buna sebep, zor ânımda yokluğun. Dayanaksız oluşum.
Bir müslüman, nasıl dayanaksız olduğunu söyleyebilir diye düşünürsen günün birinde; öğle güneşi vurduğunda, çıplak arâzide kavrulurken, rüyâya vesile olacak bir uykunun güçlüğünü düşün. Sonra gölgesinde öğleyi ikindi kılan ulu bir çenârı...
Rüyâya, ulu çenârın gölgesinde yatarsan, kurtuluş vesilesine dönüşüverir o çenâr. Yaprakları vesîletün necât okur, dalları müzekkin nüfûs. Bu, çenârın sahibini unutmamızı değil, hatırlamamızı gerektirir bir hâli tecelli ettirir senin yüzünde.
Yokluğundan neş'et etti bir çenâr.
Çenârın dallarından tutundukça, yalnız çenârın dallarından tutunmuş olmuyoruz. Dallarından gövdesine, oradan köklerine akıyoruz.
Senin köklerin de başka bir yere çıkmayacak Asferâ!
Şimdi o çenârdan mahrum olduğumu düşün, dayanaksız çırçıplak...
Kavlıyor kabuklar parça parça. Her bir parçada yitirdiğimiz başkası değil Asferâ! Sokuluyor sînemize bir yılan sinsice. Değişen bunca şeyin arasında, dallarından tutunmuş bir çocuk ki gövdende açılmış bir odacığa büzüşmüş, tanıklığa çağırıyor seni. Tarihî bir tanıklığa istinadgâh olarak Asferâ.
O garip çocuğun feryâdıdır bu, işit!
***
Büyük, heybetli bir ağacın ince, uç dallarında(n) tutunmuş kalmışım.
Ayaklarım, boşlukta sallanan iki şaşkın.
Bîtap gövdem, kollarımın dermanına;
Dalın tâkatine bağlanmış sarkaç.
Kökleriyle, gövdesiyle, her mevsim veren, bereketli meyvesiyle
Meydan okuyor haşin rüzgâra karşı görklü ağaç.
Güven aşılıyor güçlü dallarından tutunmuş,
Sargın gövdesinde meskûn kutlu adamlara.
Rüzgâr, sekiz cihet korku salıyor.
Olgunlaşmasını beklemek meyvelerin tehlikeli.
Meyveyi çekmekte zorlanır askıda bir terâzi.
Hamlıkla doldurup korkuyla kusuyorum karnımı.
Cılız gövdem, tutamağı esneyen avuçlarımda
Yer çekimi gayyâsına doğru çarptı çarpacak.
Ya da avuçlarımdan sızan kanı, bileklerime dolayıp
Ağacın özüne doğru ağır ağır akacak.
***
Mîrasımız, hak bilmez gürûhun elinde târumar. Sende umut, sende hayât, sende cân... Etrafında çağıldayan suya, balıklara ve cümle mahlûkata uzanan kolların, göğe doğru açılsın. Park yorgunu bir çenâr değilsin sen Asferâ!
Azgın günlerin kocamış kargalarını vurmak benim işim. Defetmek ve defnetmek o defîne avcılarını elimdeki şimşir kılıcımla. Senin sâdık bir muhâfızın olmaktır benim işim Asferâ!
Duy bunu!
Yangına verilmiş çenârların bilcümle hakkı içün...
#