Şehrin Cinnetinde Bir Cinâyet
Evlâdım, dedi yaşlı kadın:
-Bu sokakta, Ö.D'nin hukuk bürosu varmış. Nerede?
Çaprazımızdaki hukuk bürosunun tabelasındaki isimlere bir göz attım. Kadının söylediği isme rastlayamadım, yoktu.
-Burada yok, sokağın sonuna doğru birkaç hukuk bürosu daha olmalı. Siz bu sokak olduğundan emin misiniz teyzeciğim?
-Evet, adres olarak burayı yazdılar.
-Öyleyse sokağın sonuna kadar yürümeniz gerekiyor.
-Ya değilse... çok yorgunum, yürüyemem bir daha...
-Avukatın telefonu yazıyor mu kâğıdınızda? Telefonunuz varsa onu arayarak bürosunun nerede olduğunu tam olarak öğrenebilirsiniz.
-Telefonum var, avukatın telefonu da var; fakat telefonum arayacak durumda değil...
-Peki, verin numarayı; ben arayayım.
-Ama siz...
Numarayı çevirdim. Avukat, kim olduğumu öğrendikten sonra, bizim sokağın aşağısında; sağda, ikinci katta bürosu olduğunu söyledi. Tarif ettim kadına yeri.
-Size borçlu kaldım... Ben dikiş öğretmeni emeklisiyim. Yedi ay önceydi, kızımı boğarak öldürdüler...
-...
Yürüdü...
Seslendim arkasından.
-Nasıl olur?
Nasıl olur, derken aslında bu nasıl, hem nasıl böyle bir şey olabilir, hem de nasıl böyle bir anda söylenebilirin şaşkınlığıyla söylenmiş bir nasıldı.
Kadın, anlatmaktan tükenmiş ve belki de yeniden anlatmak için yolunu tuttuğu avukatın mecburiyeti olmasa, bir daha hiç mi hiç bahsetmeyeceği ayrıntılardan uzak kelimelerle...
-İstediler, vermedik. Sonra boğdular... Öldürdüler kızımı...
Tekrar yoluna devam etti kadın.
Kurumuş bir kaynağın boş kanalları gibi metruk, derin çizgilerle kurak bir toprak olarak yaşadığından asla şüphe edemeyeceğim bir kadının çehre-yi mâteminde, beni sürükleyecek bir meşgûliyettir zihnimde dolanan yalnız.
O meşgûliyet içre yazıyorum bunları...