Bir Ok At da Gözü Çıksın!
Araçların, dinin ölçülerine göre değil; iktisadın (bilimin) mantığınca (arzularınca) değerlendirilmesi; rasyonellik adına, mü’mini kâfir kılmaktadır. Kapitalizmin, kâr peşinde koşturma güdüsünün te'sirinde kalmak; büyümeyi, genişlemeyi mutlak amaç hâline getirtiyor. Hevâ ve heveslerin talepleri, tüm araçları emre âmâde kılıp işleyişteki dinamizmin sürekliliği için onları biteviye mâsumlaştırabiliyor. Fakat bir noktadan sonra bu zihnin asıl kendisi araçların emrinde âmâde duruyor.
Buluş yapanlar, yönetici sınıflar üzerinde bir etkiye sahiptir tabii ki; ancak teknik geliştirilirken kapitalist sistemde ifadesini bulan ihtiyaçlara karşılık veriliyor. Yani beklenene... Bekleyen kim? Halk mı? Bu yönüyle hepsi olmasa da bugün buluş yapanların büyük kısmı, müfsit sistemin "arac"ı olma durumundan kurtulamıyor. Çünkü çalışmaları finanse edenler, aynı zamanda az sonra onu pazarlayanlardır.
Kalkınma'nın fikriyatı, her şeyi paraya dönüştürmekle müftehirdir: zekâ, yetenek, sanat, din, felsefe, tarih, insan... Çağdaş düşüncenin vazgeçemeyeceği kalkınma vâkıası…
Kitle iletişim araçlarıyla, post-modernitenin özgür bireyleri, tıpkılaştıran bir kuyunun tam dibine vurdular. Hep birlikte aynı kadına âşık olan, aynı mevzua ağlayan ve gülen, aynı şeylerden korkan yığınlar ihdâs ettirildi. Rüyâları, hayalleri (varsa) tıpkı tıpkısına benzeyen bir güruh...
Aslında tüm farklar, fark mesâbesinde olmayan ayrıntılar olduğu için, çoğulculuk iddiası da küresel kapitalizmin değirmeninden neş'et etmiş yaldızlı bir palavradan başka bir şey olmuyor. Demokrasi içerisinde böyle bir paradoksun olduğu göz ardı edilip geleneğe, güya tek tipleştirme ithamıyla saldırılması da pek mânidar.
İlerlemenin kıstası, farklı yaşam biçimlerinin saygınlığı ile değil, batı yaşam biçiminin teşmiliyle mütenâsip kılınmıştır. Alışveriş merkezleri ile bankalar arasında "süregiden" tüketimin pervâsız ve sürüngen adımları, işte bu küresel işgalin bir göstergesidir. Bu anlayışın ve alışkanlıkların dışında "kalakalmış" neresi varsa (Afganistan, Somali, Irak vs.) genel ölçü ve zevklere uymadığı için kendi işgallerine davetiye çıkarmaktadır. Çünkü standartlaştırılmış modern yaşam tarzının eksiksiz şekilde oluşturulmasında bireye kazandırılması gereken bir tüketim alışkanlığı vardır; buna intibak etmeyen yerler, ister istemez emperyalist güçlere kafa tutmaktadır.
Eğitim kurumu denilen tımarhânelerde, burjuva iptilâsı zihinlerini, dine kalbetmeye çalışan protestan beyincikler, kapitalizmin en zelil şekilde kullanarak çöpe atacağı vakte kadar şımarık oyunlarında biraz daha eğlenerek âkıbeti beklemeliler. Gelenekten uzaklaşmanın yani milleti (millete) uzaklaştırmanın matah bir şey olduğu inancıyla gözleri perdelenmiş tüccar kafalar, daha mukim bir hayatı sürebilmenin azmiyle ekonomide söz sahibi olmayı, iktidarları için elzem görmektedir. Ol sebepten, araçlara rasyonel bir tavırla bağlanmak amaçları nispetinde mübah(!) olabilmektedir.
Piyasaya uyum sağlayan her şey iyidir, faydalıdır diyerek, pragmatik bir tutumla akla müfsid bir görev yüklemek, sonra da din-i mübîn-i İslâm'ın dâiresinde kendine roller biçmek mürâiliğine soyunan ne kadar kalpazan varsa: dünyada "asr"ın, kıyâmette "rûz-ı cezâ"nın, o yakıcı büyük hesâbından geçecektir. Tarih, bunların tamahlarıyla, iştihâlarıyla dolu, sinekli bir çöp bidonudur.
Öyleyse: Bir ok at da gözü çıksın!