Gaflet Gözün Perdesidir!
Suretin, kadîm tezahürle olan alâkasının insan tarafından koparılması; onun farklı bir telakkiye göre değerlendirilip saneme (puta) dönüşmesine sebep oluyor. Göz, mütealle ilişki kurup kalbî bir nazara, hikmet gözüne dönüşmeyi murad etmediği vakit, yalnızca önündeki mahsûsata saplanıp kalıyor; öteyi, zamana ve mekâna musahhar olmayanı tanıyamıyor.
Gayba iman etmek, olduğu gibi bakmayı kabul etmez. Kâinatı gözlerken kendini müşahede etmeyi; kendini müşahede ederken kâinatı gözlemeyi ve böylece şahitlik vazifesini her dâim hatırlayıp uyanık kalabilmeyi iltizam eder. Ehl-i şühûd'un âlem-i şahâdet'i seyredişi böyledir. Şüphe ise israiloğullarına yaptığı gibi hep bir buzağı aratmakta, göz önünde tutulacak görüntülere insanı köle edip, bu suretlerin dışında bulunabilecek bir hakikatin varlığını hiçbir şekilde duyurmamaktadır.
Modern çağda, görüntünün bu raddede kışkırtılması estetik bir kaygının taşmasıyla açıklanamaz. Çünkü kapitalizmin mantığı, kaygıyı kendine döndürmektedir. Sanat da dahil olmak üzere her şeyi kendine kılmaktadır. Sanatın bağımsız hareket edebileceği bir vasat ne kadar mümkündür bugün? Onun görebildiği kadar görmenin sınırlarına hapsolmuşluk, Platon'nun mağara istiaresi'ndeki gibi dışında bir görmeye: keşfe, basirete, ferasete, iz'ana, kalb-i selime düşmanca karşı koymalar olarak belirmektedir.
Müslümanlar da dahil olmak üzere küresel dünyanın insanı için fotoğraf makinesı ve kameradan bir şeyi görmek, o şeyin bir simülasyon yahut gösterilen bir şey olduğunu unutmak anlamına geliyor. Böyle olunca, zihinlerde oluşan gerçek de bunlar vasıtasıyla kurmaca bir gerçeğe dönüşüveriyor.
Cumartesi sabahları, imsaktan işraka kadar İzmit'in en eski mimari eserlerinden olan Orhan Camii'nde bir faaliyet gerçekleştiriliyor. Müftüler, profesörler, emniyet amirleri, mûsikîşinaslar, öğrenciler ve sıradan insanların da katıldığı bu faaliyette, mihrabın yanı başına internetten canlı yayınla Mescid-i Haram yansıtılıyor. Camii içindeki program; kahvaltı, Kur'an tilaveti, mûsikî meşki, sohbet ile devam ederken insanlar ellerini uzattıklarında hemen dokunabilecekleri kadar yakın olan Kâbe'yi sürekli görüyorlar.
Ancak zaman ve mekân arasındaki münasebette bir kırılmanın yaşanıyor olması, ruhlarda tarif edilemeyen bir huzursuzluk yaratıyor. Bu mekânın (Orhan Camii) zamanında bir şeyleri hissetmeye çalışan müminler, ekrana yansıyan mekânı nasıl algılayacaklarını bilemeyip zamanı ekrana taşımaya, mekânlarını ise terk etmeye gayret ediyorlar, fakat ekranda yansıyanın Kâbe olmadığını da seziyorlar. Az sonra hatim duasını yapmak için Kâbe'den canlı yayınla bağlanan Gültepe Camii imamının duasına hulûsu kalp ile âmin diyorlar; işler büsbütün karışıyor.
Tabii diğer taraftan moderniteyi içselleştirmeye uğraşan mütedeyyin makam sahiplerinin yüzlerinden okuyabiliyoruz bu görsel başarının iftiharını. Duaların arasına "teknoloji nimeti"ni sıkıştırmayı unutmuyorlar meselâ. Her şeyin güzel gittiği(!) bu uhrevî ânı zapt etmeye çalışan cemaat, fotoğraf makineleriyle mekânı habire fotoğraflıyor, hatta kameraya çekip cep telefonlarıyla hoca efendilerin makamlarını kayda geçiriyorlar. Her şeye sahip olmuşluğun hazzı duyuluyor; çünkü parmaklardaki dijital zikir-matiklerin sayıyı tesbit etmekte şaşırmaması gibi, olanı olduğu gibi arşivlemenin de takvaca bir üstünlük taşıdığına inanılıyor.
Elmalılı şöyle der: "Hakikat gayri mer'idir (görülemeyen). Ve nakabili rü'yettir (görülmesi imkansızdır). Mer'i olabilen (görülebilen) onun tecelliyatı, hayali, zılali (gölgesi), in'ikâsıtı (yansıması)dır. Bütün hakikat gayptir. Tabiat, âlem-i şahâdet bir hayaldir, hem de hareket tecellisinin bir hayalidir. Hakikat, nihayet akıl ile, basiret ile, kalp gözüyle görülebilir. Şuhud-i harici ile değil (kafamızdaki gözle değil)."
Kâbe, tabii ki görülemeyen bir yer değildir, gidilip görülebilir; ancak biz, mekân ve zaman'ımızı bir tarafa bırakarak illaki orayı göreceğiz diye ekrana gitmeye çalışırsak, aslında hiçbir yere gitmemiş, hatta yoldan uzaklaşmış bir mekânsız oluruz. Eğer yine de Kâbe görülecekse, Fatih'in üç tekbir sonra Ayasofya'da: "gördüm" demesi, Akşemseddin'in de tasdiki ve akabinde Hızır'ın son safta Akşemseddin'e görünmesi farklı bir görüşe çevirebilir nazarları. Her şeyi karşısındaki ekranda görmeye alışanlar, bir vakit sonra peygamberi ve hatta daha da ötesini görme talebinde bulunabilirler. Burası tehlikeli!
Mekan, var olandır. Ekrana yansıyan, ancak göz(ler)de merkez olma iddiasındaki görüntü, Yûnus'un: "Canım Kâbe varsam sana, yüzüm gözüm sürsem sana" dediği kâinat-mekân-zaman-insan bütünlüğü içerisinde değerlendirebileceğimiz "tevhidi nazarı" inşa etmez, parçalar. Kâbe'nin merkezi konumu, duvara yansıyan görüntüler dünyasındaki merkez değilidir. Burada tavaf edilen Kâbe değil, zaman ve mekân sınırlarından kopuk, zaman ve mekânı düzenleme iddiasında olan makinadır.
Müminlere yeryüzü mescid kılındığı için; müminin, kıblegâh edindiği her mekân, Kâbe'yle arasında tabii bir irtibata vesile olmakta iken, müminin ayrıca Mescid-i Haram'ı mihrabına yansıtma ihtiyacı gütmesi, onu: "Yine sordum çiçeğe sen Kâbe'yi gördün mü/ Çiçek eydür Derviş, Kâbe Allah evidir" muhâveresine akıl erdiremez duruma getirtecek ve bulunduğumuz mekânı öteleyip dışlayarak, yerimizi yabancılara teslim ederek, yabancının belirsiz nazarına duyduğumuz kuvvetli itimad duygusu, bir zaman sonra onun imanına da tabi olmakla nazarıîtibara almadığımız bir yerden büyük bir darbe yememize sebep olacaktır. Gaflet gözün perdesidir.